ÜRKüTLÜ KÖYÜ sarikaya yozgat
urkutlu koyumuzun Sitesi'ne Hosgeldiniz..

Eğer Üye İseniz Lütfen Giriş Yapınız, Eğer Henüz Üye Değilseniz Ve Forum’a Katılmak İstiyorsanız Üye Olabilirsiniz..!
ÜRKüTLÜ KÖYÜ sarikaya yozgat
urkutlu koyumuzun Sitesi'ne Hosgeldiniz..

Eğer Üye İseniz Lütfen Giriş Yapınız, Eğer Henüz Üye Değilseniz Ve Forum’a Katılmak İstiyorsanız Üye Olabilirsiniz..!
ÜRKüTLÜ KÖYÜ sarikaya yozgat
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

ÜRKüTLÜ KÖYÜ sarikaya yozgat

koyumuzun forumu
 
AnasayfaPortailGaleriLatest imagesKayıt OlGiriş yap
Giriş yap
Kullanıcı Adı:
Şifre:
Beni hatırla: 
:: Şifremi unuttum
Kimler hatta?
Toplam 4 kullanıcı online :: 0 Kayıtlı, 0 Gizli ve 4 Misafir :: 1 Arama motorları

Yok

Sitede bugüne kadar en çok 33 kişi C.tesi Ağus. 17, 2013 12:56 pm tarihinde online oldu.
En son konular
» CounTeR StRiKe Cs 1.5,1.6 SxeDe ÇaLıŞaN Cfg-Cs AiM CfG İnDiR
ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR EmptyPaz Ocak 08, 2012 3:47 pm tarafından Admin

» selam aleykum bende burdayim
ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR EmptyPaz Ocak 08, 2012 12:18 am tarafından Admin

» SOHBETTTTT
ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR EmptyPaz Ocak 08, 2012 12:16 am tarafından Admin

» Terim etkisi! 2-4 cimbom samsunda kazandi
ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR EmptyC.tesi Ocak 07, 2012 8:23 pm tarafından ilhami01

» Wheelman ViTALiTY PC Oyun
ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR EmptyC.tesi Ocak 07, 2012 7:58 pm tarafından ilhami01

» Cs 1.5 Hs ATaN Cfg Bu CfqyLe PaSo HS Atacaksınız!
ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR EmptyÇarş. Ocak 04, 2012 8:03 pm tarafından Admin

» CCleaner3.14.1616
ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR EmptyÇarş. Ara. 28, 2011 6:27 pm tarafından Admin

»  windows 7 DNS Ayarlarını değiştirme
ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR EmptySalı Ara. 27, 2011 10:42 pm tarafından Admin

»  Microsoft .NET Framework 1-2-3-4 (TÜRKÇE TEK PAKET)..
ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR EmptySalı Ara. 27, 2011 10:32 pm tarafından Admin

» Sothink SWF Decompiler 5.0 Build 503
ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR EmptySalı Ara. 27, 2011 10:27 pm tarafından Admin

» ibretlik bir olay Ahde vefa
ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR EmptySalı Ara. 27, 2011 9:55 pm tarafından Admin

» yozgat-tan-guzel-kareler-
ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR EmptySalı Ara. 27, 2011 9:54 pm tarafından Admin

» kurban bayraminiz mubarek olsun
ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR EmptyPtsi Kas. 15, 2010 7:45 pm tarafından Admin

» Kolbasti Yozgat Usulü
ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR EmptyC.tesi Mayıs 29, 2010 12:09 pm tarafından urkutlulu

» badr hari vs ruslan karaev "sanalturkum.com"05.12.2009
ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR EmptyPtsi Ara. 14, 2009 8:53 pm tarafından Admin


 

 ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Admin
Kurucusu
Kurucusu
Admin


Mesaj Sayısı : 126
Nerden : fransa\
Points : 184
Reputation : 1
Kayıt tarihi : 17/12/08

Kişi sayfası
BAŞARI PUANI:
ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Vote_lcap1500/1500ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Empty_bar_bleue  (1500/1500)
SEVİYE:
ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Vote_lcap1500/1500ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Empty_bar_bleue  (1500/1500)
GÜÇLÜLÜK:
ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Vote_lcap1500/1500ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Empty_bar_bleue  (1500/1500)

ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Empty
MesajKonu: ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR   ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR EmptyPtsi Haz. 22, 2009 11:05 am


ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ

Evliyânın büyüklerinden. Künyesi, Ebû
Muhammed'dir. Muhyiddîn, Gavs-ül-a'zam, Kutb-i Rabbânî,
Sultân-ul-evliyâ, Kutb-i a'zam gibi lakabları vardır. İran'ın Geylân
şehrinde 1078 (H.471)de doğdu. Babası Ebû Sâlih bin Mûsâ Cengîdost'tur.
Hazret-i Hasanın oğlu Hasan-ı Müsennâ'nın oğlu Abdullah'ın soyundandır.
Annesinin ismi Fâtıma, lakabı Ümm-ül-hayr olup seyyidedir. Bunun için
Abdülkâdir Geylânî, hem seyyid, hem şerîfdir. Hazret-i Hüseyin'in
evladına seyyid, hazret-i Hasan'ınkine şerîf denir. AbdülkâdirGeylânî
hazretleri 1166 (H.561)'da Bağdad'da vefât etti. TürbesiBağdad'dadır.
Ziyâret edilmekde, feyz ve bereketlerine kavuşulmaktadır. Fıkıh ve
hadîs ilimlerinde müctehid idi. Kâdiriyye tarîkatının kurucusudur.
Ehl-i sünnet îtikâdını ve din bilgilerini her tarafa yaydı. Orta boylu,
zayıf bünyeli, geniş göğüslü, ilm için vefâkârlıkta emsâli az bulunur
bir velî idi.

Abdülkâdir Geylânî hazretleri daha doğmadan,
ilerde büyük bir zât olacağına dâir alâmetler, işâretler görülmüştü.
Babası rüyâsında Peygamber efendimizi sallallahü aleyhi ve sellem,
Eshâb-ı kirâmı radıyallahü anhüm ve evliyâyı gördü. Peygamber efendimiz
kendisine; "Ey Ebû Sâlih! Allahü teâlâ bu gece sana kâmil, olgun ve
derecesi yüksek bir erkek evlâd ihsân etti. O benim oğlum ve
sevdiğimdir. Evliyâ arasında derecesi yüksek olacak." buyurdu. Yine
oğlu hakkında;"On iki imâm dışında bütün velîler doğacak olan oğluna
itâat edecekler, onun ayaklarını boyunlarına koyacaklar. O yüksek
derecelere kavuşacak, ona itâat etmeyenler Allahü teâlâya yakınlık
devletinden mahrûm kalacaklar." diye müjdelendi. Doğduktan sonra yüksek
hâlleri ile dikkatleri çekti. Ramazân-ı şerîfte gün boyunca süt emmez,
iftâr olunca emerdi. Bu hâlini şu beyti ile anlatır:
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://urkutlukoyu.yetkinforum.com
Admin
Kurucusu
Kurucusu
Admin


Mesaj Sayısı : 126
Nerden : fransa\
Points : 184
Reputation : 1
Kayıt tarihi : 17/12/08

Kişi sayfası
BAŞARI PUANI:
ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Vote_lcap1500/1500ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Empty_bar_bleue  (1500/1500)
SEVİYE:
ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Vote_lcap1500/1500ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Empty_bar_bleue  (1500/1500)
GÜÇLÜLÜK:
ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Vote_lcap1500/1500ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Empty_bar_bleue  (1500/1500)

ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Empty
MesajKonu: Geri: ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR   ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR EmptyPtsi Haz. 22, 2009 11:06 am

Başlangıcım şöyleydi, dillerde söylenirdi
Beşikteyken oruçtum, bunu herkes bilirdi.

Doğduğu
senenin ramazân-ı şerîf ayının sonunda havalar bulutlu geçmişti. Bunun
için ramazanın çıkıp çıkmadığında tereddüd edildi. Halk annesine
çocuğun süt emip emmediğini sordular. Emmediğini öğrenince, ramazân-ı
şerîfin henüz çıkmadığını anlayıp oruca devâm ettiler.

On
yaşında mektebe giderken etrâfında meleklerin kendisi ile berâber
yürüdüklerini görür, onlardan; "Yer açın evliyâdan bir zat geliyor."
dediklerini duyardı. Meleklerin söylediklerini duyan birisi; "Bu çocuk
kimdir?" diye sordu. Meleklerden birisi; "Bu asîl bir âilenin
çocuğudur. İlerde büyük bir zât olacak. Arzu edenlere hep verecek ve
hiç kimseyi kapısından boş çevirmeyecek. Her gün Allahü teâlâya
yakınlığı artacak ve çok yüksek derecelere ulaşacak." dedi. Çocuklarla
berâber oynamak istediğinde; "Bana gel ey mübârek, bana gel." diyen bir
ses işitir, korku ve heyecanla annesine koşardı.

Abdülkâdir
Geylânî on sekiz yaşında Bağdad'a geldi. Buradaki meşhur âlimlerden
ders almak sûretiyle hadîs, fıkıh ve tasavvuf ilimlerinde çok iyi
yetişti. Fıkıh ilmini; Ebû Hattâb Mahfûz, Ebü'l-Vefâ Ali bin Ukayl, Ebû
Hüseyin bin Kâdı Ebû Ya'lâ ve diğer fıkıh âlimlerinden öğrendi. Hadîs
ilmini; Hasan-i Bâkıllânî, Ebû Saîd Muhammed bin Abdülkerîm, Ebû Gânim
Muhammed bin Muhammed, Ebû Bekr Ahmed bin Muzaffer, Ebû Câfer, Ebû
Kasım bin Ali, Ebû Tâlib Abdülkâdir, Ebû Bekr Hibetullah ibni Mübârek,
Ebü'l-İzz Muhammed bin Muhtar, Ebû Nasr Muhammed, Ebû Gâlib Ahmed, Ebû
Abdullah Yahyâ ve diğer hadîs âlimlerinden öğrendi. Tasavvuf ilmini
ise; Şeyh Ebû Saîd Mahzûmî ile Hammâd-i Debbâs'tan almıştır.

İlim
tahsilini tamamlayıp yetiştikten sonra, vâz ve ders vermeye başladı.
Hocası Ebû Saîd Muhzûmî'nin medresesinde verdiği ders ve vâzlarına
gelenler medreseye sığmaz sokaklara taşardı. Bu sebeple, çevresinde
bulunan evler de ilave edilmek sûretiyle medrese genişletildi. Bu iş
için Bağdad halkı çok yardımcı oldu. Zenginler para vererek, fakirler
çalışarak yardım ettiler. Hatta bir kadın, mehir bedelini, kocasının
orada çalışmasına saydı. Derslerine devâm edenler arasında pekçok âlim
yetişti.

Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri, bir müddet ders verip
insanları irşâd ettikten, hak ve hakikatı anlattıkdan sonra, ders ve
vâz vermeyi bıraktı. İnzivâya çekilip, yalnızlığı seçti. Sonra
sahrâlara çıktı. Bağdad'ın Kerh harâbelerinde yaşamaya başladı. Bütün
vaktini ibâdet, riyâzet ve mücâhede ile nefsinin arzu ve isteklerini
yapmamak, istemediklerini yapmakla geçirmeye başladı. Buyurdu ki:
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://urkutlukoyu.yetkinforum.com
Admin
Kurucusu
Kurucusu
Admin


Mesaj Sayısı : 126
Nerden : fransa\
Points : 184
Reputation : 1
Kayıt tarihi : 17/12/08

Kişi sayfası
BAŞARI PUANI:
ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Vote_lcap1500/1500ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Empty_bar_bleue  (1500/1500)
SEVİYE:
ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Vote_lcap1500/1500ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Empty_bar_bleue  (1500/1500)
GÜÇLÜLÜK:
ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Vote_lcap1500/1500ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Empty_bar_bleue  (1500/1500)

ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Empty
MesajKonu: Geri: ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR   ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR EmptyPtsi Haz. 22, 2009 11:06 am


Irak'ın sahrâ ve harâbelerinde 25 sene insanlardan uzak kaldım.
Benim kimseden, kimsenin benden haberi yoktu. Bâzan uzun müddet
yemezdim ve "açım açım" diye içimin feryâdını duyardım. Bâzan üzerime
öyle ağırlıklar gelirdi ki, bunlar bir dağın üstüne konsa, tahammül
edemeyip, paramparça olurdu. Bu sırada; "Muhakkak zorlukla berâber bir
kolaylık vardır, şüphesiz zorlukla berâber kolaylık vardır." meâlindeki
İnşirâh sûresinin beşinci ve altıncı âyet-i kerîmelerini okuduğumda
üzerimdeki ağırlıklar dağılıp, giderdi."

Şeytanlar çeşitli kılık
ve kıyâfetlere bürünüp toplu hâlde yanıma gelir, beni yolumdan çevirmek
için uğraşırlardı. Kalbimde büyük bir azim ve direnç hissederdim.
İçimden bir ses; "Ey Abdülkâdir! Onlarla mücâdele et, onlara galip
geleceksin." derdi. İçlerinde bir şeytan durmadan bana gelir; "Buradan
git, şöyle yaparım, böyle yaparım." diye beni tehdit ederdi. Cân u
gönülden, "Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billahil aliyyil azîm" okuyunca,
onun tamâmen yandığını görürdüm.

Bir kere Abdülkâdir Geylânî
şöyle bir ses işitti: "Ey Abdülkâdir! Ben senin Rabbinim! Sana
haramları mubah, serbest kıldım." Bir rivâyete göre; "Başkasına yasak
olan şeyleri sana helâl kıldım." diyordu. Bunun üzerine Abdülkâdir
Geylânî Eûzü çekti. "Kovulmuş şeytandan Allahü teâlâya sığınırım. Sus
ey mel'ûn!" diye bağırdı. Bunun üzerine aynı ses; "Ey Abdülkâdir!
Rabbinin izni ile çeşitli yerlerde bana aldanmayarak, şerrimden,
kötülüğümden kurtuldun. Halbuki ben bu yolda yetmiş kişiyi yoldan
çıkardım." dedi. Onun şeytan olduğunu nasıl anladığını sorduklarında;
"Sana haramları helâl ettim, sözünden anladım. Çünkü Allahü teâlâ böyle
şeyleri emretmez." buyurdu.

Başka bir kere gâyet çirkin ve pis
kokulu birisi geldi. "Ben iblisim, şeytanım. Sana hizmet etmeye geldim,
beni ve yardımcılarımı çok yordun." dedi. "Sana inanmıyorum, buradan
uzaklaş." dedim. Bana vuracak oldu ise de onu perişan ettim. İkinci
defâ elinde büyük bir ateş kıvılcımı ile hücum etmeye başladı. Bu
esnâda elinde kılıç bulunan atlı birisi bana yardıma geldi. Yine onu
mağlûb ettim. Üçüncü olarak iblisi çok uzakta ağlar gördüm. Gâyet üzgün
olarak; "Senden ümîdimi kestim. Gâliba seni yoldan çıkaramayacağım."
dedi. "Sus ey mel'ûn!" dedim ve kovdum. Allahü teâlâ her seferinde beni
onlara karşı üstün kıldı.

Şeytanı başımdan savdıktan sonra bana
pek lezzetli süslü ve parlak şeyler göründü. "Bunlar nedir?" dedim;
"Dünyâ zevkleri ve zînetleridir." denildi. Dünyâ ve onun göz
kamaştırıcı lezzeti ve çabuk tükenen nîmetleri kendine çekmek istedi
fakat Allahü teâlâ beni onlardan da korudu. Onlara hiç kıymet vermedim.
Bunun için kaybolup gittiler. Sonra Allahü teâlânın rızâsına kavuşma
yolunda insanın önüne çıkan mânileri, engelleri gördüm. "Bunlar nedir?"
dedim. "Senin içinde bulunan mânîlerdir." denildi. Bunlara üstün
gelebilmek için bir sene uğraştım.

Sonra içimi seyrettim.
Kalbimin birçok şeylere bağlandığını boş hayaller kurduğunu, kendini
saraylarda sandığını gördüm. "Bunlar nedir?" dedim. "Arzu ve
isteklerindir." denildi. Tam bir yıl uğraştıktan sonra kalbimi onlardan
temizleyebildim.

Yine nefsim kendi şeklinde bana gelir, kendine
dost olmam için yalvarırdı. Yüz vermeyince zor kullanmak isterdi. Bir
kere onu, bütün hastalıkları üzerinde, arzu ve istekleri dipdiri,
şeytanları emrine hazır olarak gördüm. Bir sene mücâdele ettim. Allahü
teâlânın izni ile hastalıklarını iyileştirdim, arzu ve isteklerini
kırdım, şeytanlarını kovdum. Kısaca nefsimle tedrîcen, safha safha
mücâdele ettim. Onu iki elimle sımsıkı yakaladım. Yıllarca ıssız,
sessiz, sadâsız yerlerde kalmaya mebcur ettim. Soğuk bir gece kırk defâ
ihtilam oldum, havanın soğukluğuna bakmadan her seferinde, hemen
yıkandım. Kerh harâbelerinde yıllarca kaldım. Yiyecekler malum; otlar,
ağaç yaprakları... Dünyâ sevgisinden kurtulabilmek, nefse üstün
gelebilmek için her çâreye başvurdum. Gördüğüm her yokuşa tırmandım.
Nefsime hiç fırsat vermedim. Bir gece merdivende kitap mütâlaa
ediyordum. Nefsim; "Biraz uyu, sonra kalkarsın." dedi. Ona muhâlefet
olsun diye tek ayağım üzerinde durdum. Kur'ân-ı kerîmi hatmedinceye
kadar uyumadım.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://urkutlukoyu.yetkinforum.com
Admin
Kurucusu
Kurucusu
Admin


Mesaj Sayısı : 126
Nerden : fransa\
Points : 184
Reputation : 1
Kayıt tarihi : 17/12/08

Kişi sayfası
BAŞARI PUANI:
ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Vote_lcap1500/1500ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Empty_bar_bleue  (1500/1500)
SEVİYE:
ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Vote_lcap1500/1500ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Empty_bar_bleue  (1500/1500)
GÜÇLÜLÜK:
ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Vote_lcap1500/1500ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Empty_bar_bleue  (1500/1500)

ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Empty
MesajKonu: Geri: ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR   ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR EmptyPtsi Haz. 22, 2009 11:07 am

Bütün bunlara rağmen, henüz matluba, maksada ve asıl istediğime
varamamıştım. Bunun için, tevekkül, şükür ve zenginlik gibi kapıları
denedim. Aradığımı fakirlik kapısında buldum. Burada büyük bir şerefe
kavuştum, kulluk sırrına erdim, sonsuz hürriyete ulaştım. Bütün arzu ve
isteklerim buz gibi eridi. Bütün beşerî sıfatlarım kayboldu. Gönülden
Allahü teâlâdan başka her şeyi çıkarıp, hep O'nunla olmak olan "fakr"
mertebesine ulaştım".

Nihâyet bütün varlıklardan yüz çevirdim.
Her şeyim Allah için oldu. Sahralarda cezbe hâlinde kendimden geçmiş
olarak dolaşırdım. Kendime geldiğimde kendimi bulunduğum yerlerden çok
uzaklarda bulurdum. Bir gün bu halde bir saat kadar yürümüştüm. Sonra
kendimi Bağdad'a on iki günlük uzaklıkta bir yerde buldum. Düşünceye
daldığımda bir ses bana; "Sen ki Abdülkâdir'sin, buna hayret mi
ediyorsun?" dedi.

Sahralarda dolaşırken "Ol" sözü ile ihsân
olundum. Allahü teâlânın izni ile istediğim olurdu. Bunun için çok
yiyecek buldum. Dağdan bir parça koparırdım, helva olur, yerdim. Kuma
deniz suyu dökerdim, tatlı su olurdu. Sonra böyle yapmaktan hayâ ettim.
Allahü teâlâya karşı edebi gözeterek hepsini terk ettim.

Abdülkâdir
Geylânî hazretleri bu uzun dolaşmalardan sonra Bağdad'a dönüyordu.
Hazret-i Hızır önüne çıkıp, şehre girmesine mâni oldu. "Emir var. Yedi
sene Bağdad'a girmeyeceksin." dedi. Bu sebeple, Bağdad'ın kenarlarında
yedi yıl, yerden biten mübah bakliyatı yiyerek bekledi. Bildirilen
müddet bitince; "Ey Abdülkâdir! Bağdad'a gir, serbestsin." diye bir ses
duydu. Soğuk ve yağmurlu bir gecede Bağdad'a girdi. Doğru Şeyh Hammâd
bin Müslim Debbâs'ın zâviyesine (dergâhına) geldi ve geceyi orada
geçirdi. Sabahleyin Şeyh Hammâd Debbâs onu görünce ağlayarak; "Oğlum
Abdülkâdir! Bu devlet bugün bizim, yarın sizin olacaktır." dedi.

Bir
müddetten beri Bağdad'da bulunan Abdülkâdir Geylânî hazretleri fitne ve
karışıklıklar olunca tekrar sahrâlara çıkmak istedi. Hibe kapısı
denilen yere gelince; "Nereye gidiyorsun? Dön, herkes senden
faydalanacak." diyen bir ses işitti. "Ben dînimi kurtarmak istiyorum."
dediğinde; "Korkma, dînine bir zarar gelmeyecek." denildi. Düşünmeye
başladı ve bu işin hakîkatını bildirmesi için Allahü teâlâya yalvardı.
Bu esnâda Muzafferiyye denilen yerden geçerken birisi kapıyı açıp; "Ey
Abdülkâdir! Buyurun." dedi. Yanına varınca; "Söyle, dün Allahü teâlâdan
ne istemiştin?" dedi. Abdülkâdir Geylânî hazretleri şaşırıp cevap
veremedi. Bunun üzerine o zât kapıyı şiddetle yüzüne çarptı. Dün Allahü
teâlâdan ne istediğini düşünerek yürümeye başladı. Biraz sonra o zâtın
Şeyh Hammâd Debbâs olduğunu hatırladı.

Bundan sonra onun
sohbetlerine gider, halledemediği, çözemediği esrarı, gizli şeyleri
ondan sorardı. O da ona bir bir açıklardı. Bâzan ilim öğrenmek için
başka taraflara gittiğinden onunla görüşemezdi. Dönünce hocası ona;
"Allah aşkına nerelere gidiyorsun? Bu civarda senden daha âlim birisi
var mı?" derdi. Şeyh Hammâd'ın müridleri ona bâzan; "Sen âlim birisin.
Burada ne işin var, buradan gitsene." derler; Şeyh Hammâd da onlara;
"Utanmıyor musunuz? Onu buradan kovmak mı istiyorsunuz. İçinizde onun
gibisi yok. Benim ona eziyet ettiğime bakmayın. Onu imtihan etmek,
denemek, mânen kemâle ermesi, olgunlaşması için böyle yapıyorum, mânâ
âleminde onu koca bir dağ gibi görüyorum." derdi.

Yine bir
sohbet toplantısında, Abdülkâdir Geylânî hazretleri dışarı çıkmıştı.
Şeyh Hammâd; "Şu genci görüyor musunuz? Bir zaman gelecek ayağı bütün
velîlerin boynunda olacak, her velî ona itâat edecek." dedi.

Başka
bir gün o gelince ayağa kalkıp; "Hoş geldin Abdülkâdir! Sen âriflerin,
Allahü teâlâyı tanıyanların seyyidi, efendisisin. Senin sancağın
doğudan batıya kadar dalgalanacak. Bütün boyunların sana eğileceğini ve
akranlarının üstünde bir dereceye ulaşacağını müjdelerim." dedi.

Zamânındaki
diğer evliyâ da kerâmet olarak ilerde onun derecesinin yüksek olacağını
haber verdiler. Abdülkâdir Geylânî hazretleri zaman zaman Şeyh Tacül
ârifîn Ebü'l-Vefâ hazretlerinin yanına giderdi. Ebü'l-Vefâ hazretleri o
gelince ayağa kalkar, yanındakilere; "Ayağa kalkın, evliyâdan biri
geliyor." derdi. Ona karşı bu şekilde iltifât etmesine hayret eden
talebelerine; "Henüz zamânı var. Vakti gelince, okumuş, câhil herkes bu
gence muhtâc olacak, onun feyzinden, mânevî ilminden faydalanacaktır.
Sanki şu anda onun Bağdad'da cemâatlere vâz ve nasîhat ettiğini,
"Ayağım bütün velîlerin boynundadır." dediğini ve bütün velîlerin
boyunlarını ona uzattıklarını, görüyorum." derdi.

Bir defasında
da; "Ey Bağdadlılar! Allahü teâlâya yemîn ederim ki, onun başında bir
ucu doğuda bir ucu da batıda olan sancaklar dalgalanacaktır." dedi ve
Abdülkâdir Geylânî hazretlerine dönüp; "Bugün söz bizim fakat ilerde
senin olacak. O zaman bu ihtiyarı hatırlarsın." diye hitâb etti.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://urkutlukoyu.yetkinforum.com
Admin
Kurucusu
Kurucusu
Admin


Mesaj Sayısı : 126
Nerden : fransa\
Points : 184
Reputation : 1
Kayıt tarihi : 17/12/08

Kişi sayfası
BAŞARI PUANI:
ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Vote_lcap1500/1500ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Empty_bar_bleue  (1500/1500)
SEVİYE:
ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Vote_lcap1500/1500ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Empty_bar_bleue  (1500/1500)
GÜÇLÜLÜK:
ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Vote_lcap1500/1500ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Empty_bar_bleue  (1500/1500)

ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Empty
MesajKonu: Geri: ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR   ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR EmptyPtsi Haz. 22, 2009 11:07 am

Nihayet Abdülkâdir Geylânî hazretleri Bağdad'da insanları irşâda,
Allahü teâlânın beğendiği yolda bulunmaya dâvete ve nasîhat etmeye
başladı. Bir gün kendini nûrların kapladığını gördü. Bu hal nedir diye
sorunca, Resûlullah efendimiz Allahü teâlânın sana verdiği yüksek
dereceyi tebrik etmeye geliyor, denildi. Nûrun git-gide çoğaldığı bir
anda Resûlullah efendimiz görünerek bir elbise verdiler. Sonra; "Bu,
kutubluk denilen velîlere âit evliyâlık elbisesidir." buyurdular.

Resûlullah
efendimizden hazret-i Ali vâsıtasıyla gelen feyzler, mânevî ilimler
ondan sonra hazret-i Hasan ile Hüseyin ve on iki imâmdan diğerleri ile
devam etti. Bunlardan sonra gelen evliyâya feyzler hep on iki imâm
vasıtasıyla geldi. Abdülkâdir Geylânî hazretleri dünyâya gelip velî
oluncaya kadar hep böyle idi. Fakat o evliyâlıkta yüksek dereceye
kavuşunca, on iki imâmdan gelen feyzler, ilimler, bereketler onun
vâsıtasıyla geldi. Başka hiç bir velî bu makâma ulaşamadı. Bunun için;
"Önceki velîlerin güneşi battı. Bizim güneşimiz ufuk üzerinde sonsuz
kalacak, batmayacaktır." buyurdular. Kıyâmete kadar, her velîye feyzler
onun vasıtasıyla gelecektir. Bunun için kendisine "Gavs-ül-A'zam; En
büyük Gavs" denildi. Yalnız İmâm-ı Rabbânî hazretleri bu hususda onun
vekîlidir.

Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin evliyâlıktaki
derecesinin yüksekliğini zamânındaki bütün evliyâ kabûl etmişti. Bir
gün Bağdad'da sohbet ediyordu. Meclisinde pekçok âlim ve velî vardı.
Bir ara; "İşte şu ayağım her velînin boynu üzerindedir." buyurdu. Orada
bulunanların hepsi bu sözü tasdîk ettiler.

Şeyh Halîfet-ül-Ekber anlatır:

Rüyâmda
Resûlullah efendimizi gördüm. "Yâ Resûlallah! Şeyh Abdülkâdir, ayağım
bütün velîlerin boynu üzerindedir, diyor ne buyurursunuz?" diye sordum.
"Doğru söylemiştir. O benim himâyemde bir kutubdur, bu nasıl olmasın?"
buyurdu."

Adiyy bin Müsâfir; "Bu sözü yalnız o söyledi,
başkasından duymadım. O bununla kendi zamânındaki ferdiyet denilen
makâmını açıklar. Onun gibi hiç kimse böyle söylemeğe mezun, izinli
değildir." der.

Ahmed Rufaî hazretleri; "O bu sözü mânevî emirle söyledi." dedi.

İbn-i
Hacer-i Askalânî hazretleri de; "Bunun mânâsı, ilerde o kadar kerâmet
gösterecektir ki, inâd eden ve doğru yoldan sapanlardan başkası onu
inkâr etmeyecektir." dedi.

Büyük âlim İzzeddîn bin Abdüsselâm; "Şüphesiz o, evliyânın sultanı idi." demişti.

Hayat bin Kays hazretleri buyurur ki:

"Abdülkâdir
Geylânî bu sözü söyleyince, bütün velîlerin kalblerindeki nûrlar arttı.
İlimlerinde bereket, hâllerinde yükseklik görüldü. Çünkü onlar
istisnâsız, başlarını onun ayağına doğru uzatmışlardı."

Abdülkâdir
Geylânî bu sözü söylediğinde, yeryüzünde velîler boyunlarını ona doğru
uzattı. O anda boynunu uzatanlardan biri Ahmed Rufâî hazretleridir. Ona
niçin böyle yaptığını sorduklarında şöyle dedi:

"Şu anda Abdülkâdir Bağdad'da "Ayağım, her velînin boynundadır" diyor.

Ebû Medyen Mağribî de; "Evet ben Mağrib'de ona boynunu uzatanlardan biriyim." buyurdu.

Abdülkâdir
Geylânî hazretlerinin tasavvuftaki yoluna Kâdiriyye tarîkatı denir.
Tarîkatının husûsiyeti, dînin emir ve yasaklarına uymak, devamlı zikir,
Allahü teâlâyı anmak, gönlü Allahü teâlâdan başkasından kurtarmaktır.

Abdülkâdir
Geylânî hazretleri tasavvuf bilgilerini herkesin anlayacağı şekilde
sundu. Peygamber efendimizin bereketiyle sözleri gayet tatlı ve tesirli
idi. Kendileri şöyle anlatır:

Hicrî beş yüz yirmi bir senesi Şevval ayının on altısı olan Salı günü öğleden önce, Resûlullah efendimizi rüyâmda gördüm.

"Ey
oğlum, niçin konuşmuyorsun?" buyurdu. "Babacığım ben yabancıyım. Bağdad
fasîhlerinin yanında nasıl konuşurum?" dedim. "Ağzını aç!" buyurdu.
Ağzımı açtım. Yedi defâ mübarek ağzının suyundan ağzıma saçtı ve;
"İnsanlarla konuş, onları güzel hikmet ve vâzlar ile Rabbinin yoluna
çağır." buyurdu. Öğle namazını kıldım. Yanımda kalabalık insanlar
gördüm. Nutkum tutuldu. Ali bin Ebî Tâlib'i gördüm. Mecliste benim
karşımda ayakta duruyor ve bana; "Ey oğlum niçin konuşmuyorsun?"
diyordu. "Babacığım! Nutkum, konuşmam tutuldu, konuşamıyorum." dedim.
"Ağzını aç." buyurdu. Açtım. Ağzının suyundan ağzıma altı defâ saçtı.
"Niçin yediye tamamlamadınız?" dedim. "Resûlullah'a karşı olan
edebimden." buyurdu ve gözden kayboldu. Bundan sonra en fasîh bir dille
konuşmağa başladım.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://urkutlukoyu.yetkinforum.com
Admin
Kurucusu
Kurucusu
Admin


Mesaj Sayısı : 126
Nerden : fransa\
Points : 184
Reputation : 1
Kayıt tarihi : 17/12/08

Kişi sayfası
BAŞARI PUANI:
ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Vote_lcap1500/1500ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Empty_bar_bleue  (1500/1500)
SEVİYE:
ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Vote_lcap1500/1500ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Empty_bar_bleue  (1500/1500)
GÜÇLÜLÜK:
ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Vote_lcap1500/1500ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Empty_bar_bleue  (1500/1500)

ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Empty
MesajKonu: Geri: ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR   ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR EmptyPtsi Haz. 22, 2009 11:07 am

Birgün, minberde oturmuş vâz ediyordu. Birden süratle en son basamağa
indi. Ayakta, elini elinin üstüne koyarak, mütevâzi bir şekilde durdu.
Bir müddet sonra minbere çıktı. Eski yerine oturdu ve vâzına devâm
etti. Oradakilerden birisi, ne oldu diye suâl edince; "Ceddim
Resûlullah'ı gördüm. Geldi ve minber önünde durdu. Hayâ edip, son
basamağa indim. Kalkıp, gitmeye başlayınca, bana yerime oturmamı ve
insanlara vâz etmemi emr etti, dedi.

Sohbetlerinde bâzan birkaç
kişi coşarak kendinden geçerdi. Haftada üç gün, cumâ, salı ve pazartesi
gecesi halka vâz ederdi. Vâzında, âlim ve evliyâdan zatlar da bulunur,
hepsi büyük bir huzûr içerisinde dinlerlerdi. Kırk sene böyle devâm
etti. Ders ve fetvâ vermeye yirmi sekiz yaşında başlamış olup, bu hâl
altmış yaşına kadar devâm etti. Huzûrunda Kur'ân-ı kerîm tegannîsiz
gâyet sâde, tecvide riâyetle okunurdu. Dört yüz âlim onun
anlattıklarından notlar tutar, izdiham, kalabalık sebebiyle
birbirlerinin sırtlarında yazarlardı. Sorulan suâllere gâyet açık ve
doyurucu cevaplar verirdi.

Derin ilim sâhibi idi. On üç çeşit ilimde ders verirdi.

Bir
gün birisi huzûrunda Kur'ân-ı kerîm okudu. Âbdülkâdir-i Geylânî
hazretleri okunan âyet-i kerîmeleri tefsîr etmeye başladı. Kırk şekilde
tefsîr yaptı ve hepsinin delilini gösterdi. Orada bulunanlar yalnız on
bir tefsîri anlayabildi ve dinleyenleri hayrette bıraktı. Sonra; "Sözü
burada bırakıyorum. Şimdi kelime-i tevhide geldik"Lâ ilâhe illallah"
dedi. Bunları söyler söylemez cemâatı bir hâl kapladı, hepsi
kendilerinden geçti.

Önce lâzım olan din bilgilerini öğrenmeyi tavsiye ederdi. Cubbâî ismindeki bir zât anlatır:

Evliyânın
hayâtından ve sözlerinden bahseden arabî Hilyet-ül-Evliyâ kitabını
birisinden dinlemiştim. Kalbim yumuşadı ve halktan uzaklaşıp yalnız
ibâdetle meşgûl olmak istedim. Gidip Abdülkâdir Geylânî'nin arkasında
namaz kıldıktan sonra huzûrunda oturdum. Bana bakıp; "Eğer inzivâya
çekilmek istersen, önce ilim, sonra da yetişmiş ve yetiştirebilen
rehber zâtların, yâni mürşid-i kâmillerin huzûrunda edeb öğren. Daha
sonra inzivâya, yalnız ibâdete başla. Yoksa, ibâdet ederken dinde
bilmediğin bir şeyi öğrenmek îcâbeder de, yerinden ayrılmak durumunda
kalırsın." buyurdu.

Sabah ve ikindiden sonra tefsîr, hadîs ve
fıkıh; öğleden sonraları Kur'ân-ı kerîm ve kırâat dersleri okuturdu.
Akşam ve sabah ise, usûl-i fıkıh ile nahv, arabî cümle bilgisi verirdi.
Onun bereketiyle talebeler çabuk ilerlerdi. Ebû Muhammed Haşşâb der ki:

Gençken
nahiv okuyordum. Bana bir gün Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin
vâzlarında çok tesirli konuştuğunu söylediler. Vakit bulamadığım için
gidemezdim. Nihâyet bir gün vâz verdiği yere gittim. Beni görünce;
"Bizim sohbetimizde bulun, seni Sîbeveyh yapalım." dedi. O günden sonra
yanından ayrılmadım. Din bilgilerinde ve aklî ilimler denilen diğer
yardımcı ilimlerde çok istifâde ettim. O kadar kavâid (kâideler)
öğrendim ki, başkalarından öğrendiklerimi unuttum."

Abdülkâdir
Geylânî hazretlerinin şöhreti her tarafı kaplayınca, Bağdad'ın ileri
gelen âlimleri, herbiri bir mesele sorup imtihân etmek için huzuruna
gelip oturdular. Bu esnâda Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin göğsünden
ancak kalb gözü açık olanların görebildiği bir nûr çıktı ve âlimlerin
göğsünden geçip gitti. Âlimleri bir hâl kaplayıp, Abdülkâdir Geylânî
hazretlerinin ayaklarına kapandılar. Bunun üzerine onları tek tek
bağrına bastı ve şimdi suâllerinizi sorun buyurdu. Her biri suâllerini
sorup, hemen cevâbını aldı. Onlara; "Size ne oldu böyle?" denildiğinde;
"Huzûrunda oturduğumuzda, bütün bildiklerimizi unuttuk. Bizi bağrına
basınca unuttuklarımızı tekrar hatırladık. Suâllerimizi sorunca, öyle
cevaplar aldık ki, hayrette kaldık." dediler.

Ebû Sa'îd Kilevî şöyle anlatmıştır:

Ben,
Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin meclisinde iken, Resûlullah
efendimizi ve enbiyâyı gördüm. Melekler onun meclisine gelmek için
bölük bölük gök yüzünden inerlerdi. Bir defâsında da Hızır
aleyhisselâmı görmüştüm. "Her kim dünyâda kurtuluşa ermek ve saâdete
kavuşmak isterse, Şeyh Abdülkâdir'in meclisine devâm etsin!" buyurmuştu.

İbn-i Kudâme şöyle söylemiştir:

"1166
(H.561) yılında Bağdad'a girdiğimizde, Abdülkâdir-i Geylânî
hazretlerini ilmin zirvesine yükselmiş gördük. O, ilmi ile amel eder,
kendisine sorulan çetin sorulara doyurucu cevaplar verirdi. Bütün güzel
huylara ve üstün vasıflara sâhipti. Onun gibi bir zâta daha hiç
rastlamadık."

Abdülkâdir Geylânî hazretleri felsefe ile meşgûl
olmayı hoş görmezdi, ondan men ederdi. Felsefenin kaynağı akıldır.
Filozof, çeşitli bilgileri düzene koyarak madde, hayat, yaratılış,
dünyâ rûh, âlem, ölüm ve sonrası gibi konulara aklına dayanarak
cevaplar bulmaya çalışır. Bunu yaparken bulduğu cevapların Allahü teâlâ
tarafından gönderilen dinlere uyup uymamasına bakmaz. Bu sebeple doğru
yoldan ayrılırlar. Felsefecilerin ortaya koyduğu bilgiler, gerek fen
bilgilerinin değişmesi, gerekse sonra gelen filozofların öncekilerden
farklı düşünmesi sebebiyle ya kısmen yâhut tamâmen değişir. Bu îtibârla
sonra gelenler önce gelenleri dâimâ tenkid etmekle veya onların
felsefelerini yıkmakla işe başlarlar. Akıl yalnız başına yol gösterici
değildir. Dînin rehberliğine muhtaçtır. Yoksa sapıtır. Bunun için din
büyükleri îtikâdın bozulabileceğini bildikleri için, felsefe ile
uğraşmaktan men etmişlerdir. Nitekim İbn-i Sînâ ve Fârâbî gibi zâtlar
felsefecilerin kitapları ile çok meşgûl olduklarından sapıtmışlardır.

Şeyh Muzaffer Mansur der ki:

Birkaç
kişi ile Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin yanına gitmiştik. Elimde,
felsefe ile ilgili kitaplar vardı. Bizi süzdükten sonra kitabı görmeden
bana; "O elindeki kitap ne kötü bir arkadaştır." buyurdu. Bu esnâda
oradan ayrılıp kitabı bir yere koymak ve bir daha taşımamak hatırıma
geldi. Kitabı çok seviyordum. İçerisindeki çok şeyi de ezberlemiştim.
Tam kalkacaktım, bana dikkatli dikkatli bakmaya başladı. Şaşırıp
kalkamadım. "Şu kitabı bana versene."buyurdu. Vermek için kitabı açtım.
Bir de ne göreyim kitabın sahifeleri bembeyaz olup, hiçbir şey yazılı
değildi. Kitabı kendisine verdim. Tek tek sahifelerine baktıktan sonra
bana geri verdi. "İşte İbn-i Dâris'in Fedâil-ul-Kur'ân (Kur'ân-ı
kerîmin fazîletleri) kitabı." buyurdu. Baktım gerçekten onun güzel bir
hatla yazılmış bir nüshası idi. Bana; "Kalb ile tövbe etmek ister
misin?" buyurdu. "Evet." dedim. "Öyleyse kalk!" dedi. Kalktım. Zihnimde
felsefe ile ilgili bütün öğrendiklerimi unuttum. Daha önce onları hiç
okumamış gibi oldum.

Dîne uygun olmayan bir şeye müsâade
etmezdi. Bir gün yanında; "Falanca çok ibâdeti ve kerâmetleri ile
meşhûrdur." diye konuşuldu ve bu arada;"Ben derece bakımından Yûnus
aleyhisselâmı geçtim." dediği nakledildi. Bunu duyunca yüzünde öfke
eserleri görüldü. Yaslandığı yastığı yere doğru attı. Gidip
baktıklarında adamın öldüğünü gördüler. Vefâtından sonra o şahıs rüyâda
neşeli olarak görüldü. "Nasılsın?" diye sorulduğunda; "Şeyh Abdülkâdir
hem Allahü teâlânın, hem Yûnus aleyhisselâmın yanında bana şefâatçı
olduğu için, Allahü teâlâ beni affetti. Yûnus aleyhisselâm hakkında
söylediğim o söz sebebiyle hesaba çekmedi." dedi.

Çok sabırlı
idi. Talebelerinin suallerini kızmadan cevaplandırır, dersi geç
anlayanlara sabırla anlatırdı. Ubey isminde, anlatılanları zor kavrayan
bir talebe vardı. Bir gün ders sırasında İbn-üs-Semhal isminde bir zât
gelmişti. Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin onun dersi geç anlamasına
karşı gösterdiği tahammüle hayran kaldı. O talebe dersini alıp
çıktıktan sonra, gösterdiği sabra hayret ettiğini söyleyince,
Abdülkâdir Geylânî hazretleri; "Bir hafta daha yorulacağım, ondan sonra
vefât edeceğim." buyurdu. Dediği gibi bir hafta sonunda vefât etti.

Abdülkâdir
Geylânî hazretleri heybetli idi. Az konuşur, çok sükût eder,
konuştuğunda gâyet câzib, açık ve net konuşurdu. Şahsı için kızmaz. Din
husûsunda aslâ tâviz vermezdi. Misafirsiz gece geçirmezdi. Zayıflara
yardım eder, fakirleri doyururdu. İsteyeni geri çevirmez, iki elbisesi
varsa, mutlaka birini isteyene verirdi. Yanında oturanlarda; "Ondan
daha kerîm ve lütufkâr kimse olamaz." kanâati hâkim olurdu.
Sevdiklerinden biri gurbete çıksa, ondan haber sorar, sevgi ve
alâkasını muhâfaza ederdi. Kendisine kötü davrananları affederdi.
Kötülüklere dalmış çok kimse, hırsız ve eşkıyâ onun vâsıtasıyla tövbe
etti. Köleleri satın alıp, âzâd ederdi. Verdiği sözü tutar,kimseye
karşı kötülük düşünmezdi. Anbarında helâlden kazandığı buğday
bulunurdu. Hizmetçisi, kapıda ekmek elinde durur ve halka şöyle
seslenirdi:
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://urkutlukoyu.yetkinforum.com
Admin
Kurucusu
Kurucusu
Admin


Mesaj Sayısı : 126
Nerden : fransa\
Points : 184
Reputation : 1
Kayıt tarihi : 17/12/08

Kişi sayfası
BAŞARI PUANI:
ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Vote_lcap1500/1500ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Empty_bar_bleue  (1500/1500)
SEVİYE:
ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Vote_lcap1500/1500ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Empty_bar_bleue  (1500/1500)
GÜÇLÜLÜK:
ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Vote_lcap1500/1500ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Empty_bar_bleue  (1500/1500)

ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Empty
MesajKonu: Geri: ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR   ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR EmptyPtsi Haz. 22, 2009 11:08 am

"Yemek isteyen, ekmek isteyen, yatmak isteyen kimse yok mu? Gelsin!"

Kendisine hediye gelse, yanındakilere dağıtır, bir kısmını da, kendisine ayırırdı. Hediyeye, mutlaka karşılık verirdi.

Fakîrlerin
ve dervişlerin nafakasını satın almak için, vazîfeli hizmetçilerinin,
bir başka işi olsa, yâhut hastalansalar, kendisiçarşıya çıkar, ceddi
Resûlullah efendimize sallallahü aleyhi ve sellem uyarak, ev için
lüzûmlu şeyleri satın alırdı. Bir toplulukla yolculukta olsa ve bir
yerde konaklasalar, kendi eliyle, el değirmeninde buğday öğütür, hamur
yapar, ekmek pişirir, hepsine taksim ederdi. Kendini ziyârete gelenlere
saygı gösterir, tevâzu ederdi. Çok günler, et ve yağ yemezdi. Bir gün
yedi çocuk, ellerinde yarımşar dirhem ile gelip, her biri yarım
dirhemini eline koydu ve satın aldırmak istedikleri şeyleri söylediler.
Çarşıya gidip, istedikleri şeyleri satın alarak getirip çocuklara
verdi. Gönüllerini hoş etti.

Sıkıntısı ve dileği olanlar onu
vesîle ederek, araya koyarak Allahü teâlâya duâ ettiklerinde
dileklerine kavuşurlardı. Buyururdu ki:

"Sıkıntıda olan bir
kimse beni vesîle edip Allahü teâlâya yalvarsa derhâl sıkıntısı gider.
Şiddet ânında her kim benim ismimi ansa derhâl rahata kavuşur.
Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin yüzü suyu hürmetine diyerek, her kim
Allahü teâlâdan dilekte bulunursa, derhâl işi görülür."

Bir kere
de; "Her kim her rekatında Fâtiha'dan sonra on bir İhlâs okuyarak, iki
rekat namaz kılarsa, selâmdan sonra da on bir defâ Allah'ın Resûlüne
salât ve selâm getirip benim ismimi anarak yalvarırsa, Allahü teâlânın
izni ve yardımıyla derhâl işi görülür." buyurdu.

Temiz bir
hanım, Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerine talebe olmuştu. Bu kadın dağda
iken, ihtiyaç için mağaraya girdiğinde daha önce ona âşık olan bir
ahlâksız da ardından girdi. Kadına yanaşıp, onun nâmusunu kirletmek
istedi. Kadın kaçıp saklanacak bir yer bulamadı. Gavs-ül-a'zamın ismini
söyleyip; "Yardım et (yetiş, imdâd) ey Gavs-ül-a'zam, ey insanların ve
cinlerin gavsı, yardımcısı, yetiş! Yetiş ey Şeyh Muhyiddîn (dînin ihyâ
edicisi), yetiş ey Seyyid Abdülkâdir!" deyip feryâd etti. O anda
Gavs-ül-a'zam medresede abdest alıyordu. Ayaklarında tahtadan nalınlar
vardı. Onları çıkarıp mağara tarafına savurdu. Ahlâksız, arzusuna
kavuşamadan, nalınlar kafasına ulaştı ve ölünceye kadar başına
vurdular. Kadın, o mübârek nalınları alıp hazret-i Gavs'a getirdi ve
başından geçeni anlattı.

Müridlerinin, talebelerinin tövbesiz vefât etmemeleri için duâ etti:

"Allah'ım!
Ceddim, Habîbin Muhammed aleyhisselâm ve kullarından takvâya erenlerin
hâtırı için, hiç bir mürîdimin, talebemin rûhunu tövbesiz alma." diye
yalvardı.

Bir defâsında; "İyi müridlerin hâli mâlum, ya
kötülerinki ne olacak?" diye sorduklarında; "İyi olanlar kendilerini
bize adamışlardır. Kötülere gelince biz de kendimizi onları kurtarmak
için adadık." buyurdular.

Bir kere de; "Bana gözün alabileceği kadar bir kitap verildi. Onda kıyâmete kadar talebelerimin isimlerini gördüm." buyurmuştur.

Cinler de kendisinden çekinir, itâat edip sözünü dinlerlerdi.

Ebû
Saîd Abdullah bin Ahmed isminde birinin kızına cinler musallat olmuştu.
Hâlini, Seyyid Abdülkâdir Geylânî hazretlerine arz etti. O da; "Falanca
yere git. Oraya cinlerin reisi uğrayacak. Ona benim gönderdiğimi
söylersin, hâlini anlatırsın. O sana yardımcı olur." buyurdu. O şahıs
denilen yere gitti. Kendisini Abdülkâdir Geylânî'nin gönderdiğini ve
kızının durumunu anlattı. Cinlerin reisi kızına musallat olan cini
cezâlandırdı. Ebû Saîd cinlerin reisine;"Bugüne kadar senin kadar
Abdülkâdir'in emrine cân u gönülden itâat eden görmedim." deyince;
"Abdülkâdir Geylânî hazretleri her gece evinden bakar, cinleri
seyreder. Cinler onu görünce korkularından sağa sola kaçışırlar. Allahü
teâlâ sevdiği kulun emrine birçok insan ve cin verir." dedi.

Duâsı
makbûl idi. Bağdad halkından biri ona gelerek; "Babamı rüyâda azâb
içerisinde gördüm. Bana Şeyh Abdülkâdir'e git, bana duâ etsin. Belki
Allahü teâlâ beni azapdan kurtarır." dedi. Bunun için sana geldim.
Babama duâ ediverin de azaptan kurtulsun." dedi. Abdülkâdir Geylânî
hazretleri sükût buyurdu. Bir şey söylemedi. O şahıs ikinci gece
babasını rüyâsında yeşil bir cübbe içerisinde neşeli neşeli görünce
hayret edip; "Baba, dün azâb içindeydin, bugün ise neşelisin. Sebebi
nedir?" diye sordu. Babası; "Şeyh Abdülkâdir bana duâ etti. Allahü
teâlâ onun duâsı hürmetine beni azaptan kurtardı." dedi.

Tabiblerin
tedâvî edemediği hastalar ona gelirler, duâsı bereketiyle şifâ bulup
giderlerdi. Bir defâsında Halîfe Mustencid'in akrabâsından karnı şiş
bir hastayı getirdiler. Elini sürüp, duâ ettiğinde Allahü teâlânın izni
ile iyileşti.

Halk sıkıntıları olunca ona gelirdi. Bir seferinde
Dicle Nehri taşmış, sular Bağdad sokaklarına kadar gelmişti. Herkes
korku ile Abdülkâdir Geylanî hazretlerine baş vurdu. Abdülkâdir Geylâni
hazretleri oraya geldi. Bastonunu nehrin kenarına dikti. "Daha ileri
gitme!" dedi. Allahü teâlânın izni ile nehrin suyu o andan îtibâren
azalmaya başladı.

Muhammed Ezher şöyle anlatır:

Bir sene
Allahü teâlâdan devamlı bana evliyâsından birini göstermesini istedim.
Bir gece rüyâmda İmâm-ı Ahmed bin Hanbel'in kabrini ziyâret ettim,
orada birisi vardı. İçimden onun evliyâdan biri olduğunu geçirdim.
Uyanınca Ahmed bin Hanbel'in kabrine koştum. Rüyâda gördüğüm zât orada
duruyordu. Önümden geçip Dicle'ye doğru gitti. Ziyâretimi acele yapıp
onu tâkib ettim. Dicle Nehrinin iki tarafı, bir adımlık mesâfe oluncaya
kadar yaklaştı ve adımını atarak geçiverdi. Sonra o zât medresesine
gittiğinde rüyâda ve uyanık iken gördüğü zatın Abdülkâdir Geylânî
hazretleri olduğunu anladı.

Onu gören tesiri altında kalır,
mübârek biri olduğunu hisseder, kalbi katı ise, yumuşardı. Cumâ günleri
câmiye giderken, halk onu görmek için sokakları doldururdu.

Kendisi hakkında kötülük düşünene merhamet eder, onun iyiliğini isterdi.

Gavs-ül-âzam,
Medîne-i münevvereden Bağdad-ı Dârüsselâma gelirken, yolda hırsızlardan
birine rastladı. Hırsız soyacak adam arıyordu. Gavs-ül-âzam ona; "Sen
kimsin?" buyurdu. Hırsız; "Ben çölde yaşıyanlardanım." dedi.
Gavs-ül-âzam ona, isminin mâsiyet, günah mürekkebi ile yazılmış
olduğunu açıkladı. Hırsızın kalbinden, bu heybet ve azamet sâhibi
kişinin Gavs-ül-âzam olması muhtemeldir düşüncesi geçti. Hırsızın
kalbinden geçeni kendisine söyledi ve; "Evet, ben Abdülkâdir'im."
buyurdu. Hırsız, derhal mübârek ayaklarına kapandı ve dilinden; "Ey
Seyyid Abdülkâdir! Allah için bana bir ihsânda bulun!" sözleri çıktı.
Gavs-ül-âzam, hâline acıdı ve kabinin düzeltilmesi için, Allahü teâlâya
duâ etti. Hitab geldi; "Ey Gavs-ül-âzam, hırsızı doğru yola ulaştır.
Onu sevgililer hidâyetine irşâd eyle, onu kutublardan biri eyle!"
Hırsız, eşsiz teveccühleri ile kutublardan oldu.

Meclisi müslüman olmak için gelenlerden boşalmazdı. Müslüman olan bir râhip şöyle anlatır:

Ben
Yemenliyim. İçimden müslüman olmak geldi. Bunun için Yemen'deki İslâm
âlimlerinden birine mürâcaat etmek istedim. Böyle düşünürken, uyuya
kaldım. Rüyâmda Îsâ aleyhisselâmı gördüm. Bana; "Irak'a git, orada
Abdülkâdir isminde biri var, onun huzûrunda müslüman ol. Çünkü o
zamânındaki âlimlerin en büyüğüdür." buyurdu.

Yine on üç kişilik
bir hıristiyan cemâati müslüman olmayı kararlaştırdılar. Kimin yanında
müslüman olacaklarını düşünürlerken sâhibini görmedikleri bir ses;
"Bağdad'a gidin. Abdülkâdir Geylânî ismindeki zâtın huzûrunda müslüman
olun. Onun bereketiyle kalbinizde öyle bir îmân nûru parlar ki,
başkasının yanında böyle olmaz." diyordu.

Bu hâdiseler,
Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin büyüklüğünü, derecesinin yüksekliğini
göstermektedir. Yoksa, İslâmiyette, müslüman olmak için, müftüye, imâma
gitmek ve formaliteye ihtiyâç yoktur. Bir kimse kelime-i şehâdeti
söyleyip mânâsına inanınca müslüman olur.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://urkutlukoyu.yetkinforum.com
Admin
Kurucusu
Kurucusu
Admin


Mesaj Sayısı : 126
Nerden : fransa\
Points : 184
Reputation : 1
Kayıt tarihi : 17/12/08

Kişi sayfası
BAŞARI PUANI:
ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Vote_lcap1500/1500ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Empty_bar_bleue  (1500/1500)
SEVİYE:
ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Vote_lcap1500/1500ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Empty_bar_bleue  (1500/1500)
GÜÇLÜLÜK:
ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Vote_lcap1500/1500ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Empty_bar_bleue  (1500/1500)

ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Empty
MesajKonu: Geri: ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR   ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR EmptyPtsi Haz. 22, 2009 11:09 am

Allahü teâlânın izni ile bir anda birçok yerde bulunurdu.

Ramazân-ı
şerîfte bir gün, ayrı ayrı yetmiş kişi, birbirinden habersiz,
Gavs-ül-a'zamı iftâra dâvet etti. Herbiri kendi evini şereflendirmek,
bereketlendirmek istiyordu. Her birinin dâvetini kabûl etti, aynı anda
dâvet edenlerin evlerinde iftarda bulundu, onlarla birlikte yemek yedi.
Bu haber, bu büyük ve havsalaya sığmaz kerâmet, bir anda Bağdad'a
yayıldı. Huzûrunda hizmet eden hizmetçilerden biri, Gavs-ül-âzam o
akşam tekkesinden çıkmadığı, iftarı burada yaptığı hâlde, o kimselerin
evlerine girip, onlarla yemek yemesi ve bu yemeğin aynı anda olması
nasıl olur? diye düşündüğü zaman, Gavs-ül-âzam, o hizmetçisine dönerek;
"Onlar doğru söylüyorlar, herbirinin dâvetinde bulundum, ayrı ayrı,
fakat aynı zamanda herbirinin evlerinde yemek yedim" buyurdu.

Çilesini çekmeden yüksek mertebelere ulaşılamıyacağını söylerdi.

Bir
kadın, çocuğunu Abdülkâdir-i Geylânî'ye getirip; "Oğlumun kalbini size
tutulmuş gördüm; bana hizmetinden onu âzâd edip, size getirdim." dedi.
Şeyh hazretleri bu genci yanına aldı. Ona nefsin istemediklerini
yapmasını emretti. Tarîkatta sülûke başlattı. Bu şekilde devâm ederken,
bir gün annesi çıka geldi. Oğlunu, az yemek ve uyumak sebebiyle, zayıf
ve sararmış, arpa ekmeği yer hâlde buldu. Bu hâl ona dokundu. Çocuğunu
bırakıp, Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin yanına girdi. Şeyh
hazretleri oturmuş, tavuk yiyordu. "Efendim, siz burada tavuk yersiniz,
benim oğlum ise, arpa ekmeği yer." dedi. Şeyh bunu duyunca, elini,
tavuk kemiklerinin üzerine koyup; "Kum bi-iznillâh!" yâni Allahü
teâlânın izni ile kalk, diril! buyurdu. Tavuk hemen dirildi. Şeyh,
kadına hitâben; "Senin oğlun böyle olduğu zaman, dilediğini yesin!"
buyurdu.

Bâzan sevdiklerine mânâ âleminde çeşitli şeyleri gösterirdi. Ali bin Yâkub anlatır:

Bir
kere daha yanına gitmiştik. Başını eğip, murakabeye dalınca, ondan bir
nûrun yükseldiğini gördüm. Gözümden perde kalktı, melekleri, onların
tesbihlerini ve kabirdekileri, onların hâllerini, derecelerini, tesbih
ettiklerini gördüm. Her insanın alnındaki yazıları okumaya başladım.
Hulâsa bana gaybî, gizli pekçok şey malûm oldu. Beni oraya götüren
Hocam Ali bin Hîtî, aklıma bir şey olmasından korkuyorum deyince,
göğsüme vurdu ve ondan sonra gördüklerimden dolayı hiç korkmadım.

Ebü'l-Hacer Hâmid Hirânî anlatıyor:

Bir
gün Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin medresesine gittim ve huzûrunda
oturdum. Bana; "Ey Hâmid! Bir gün gelecek meliklerin, sultanların
minderinde oturacaksın." buyurdu. Aradan epeyce zaman geçip, Hiran'a
dönünce, Sultan Nûreddîn beni çağırıp yanına oturttu ve evkaf bakanı
yaptı. O günden beri devamlı Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin o sözünü
hatırlarım.

Bir gün bir cemâatle terasta durup, Buhârâ tarafına
dönerek, güzel bir koku aldı ve; "Benim vefâtımdan yüz elli yedi sene
sonra, dünyâya Muhammedî meşreb birisi gelir, ismi Behâeddîn Muhammed
Nakşibendî'dir. Bana mahsus nîmetlere kavuşur." buyurdu ve dediği gibi
oldu.

Evliyânın büyüklerinden ve mürşid-i kâmillerin en
meşhûrlarından olan bu zât, Muhammed Behâeddîn-i Buhârî Nakşibend
hazretleri idi.

Allahü teâlâ ona eşyânın aslını, neden meydana geldiğini gösterirdi.

Bir
gün devlet ileri gelenlerinden birisi huzûruna gelmişti. Tesirli
nasîhatlarını dinledikten sonra memnuniyetinden on kese altını ortaya
koyup, bunlar senindir." dedi. Abdülkâdir Geylânî hazretleri almak
istemedi. Çok ısrar edince, içinden ikisini aldı ve sıktı. Elinin
altından kan akmaya başladı. O şahsa; "Bunları bana getirmekten hiç mi
hayâ etmedin?" dedi. Onları helalden kazanmadığını göstermiş oldu.

Her zaman gizli açık kerametleri görülürdü. Abdülkâdir Geylânî hazretleri buyurur ki:

"Kerâmetler
ancak bir hayır, hikmet için gösterilir. Kerâmetini gizlemeyen dünyâya
düşkündür. Bana talebe olan yâhut evlâdımdan ve halîfelerime bağlı
olup, kerâmet derecesine ulaşıp, maksatsız kerâmet izhar edenin yüzü
iki dünyâda kara olur."

Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin
insanları gafletten uyaran, kendilerine gelmesine vesîle olan pekçok
sözü vardır. Bunlardan bâzıları şunlardır:

"İnsanlara rehberlik
eden kimsede şu hasletler bulunmazsa, o rehberlik yapamaz. Kusurları
örtücü ve bağışlayıcı olması, şefkatli ve yumuşak olması, doğru sözlü
ve iyilik yapıcı olması, iyiliği emredip, kötülüklerden men edici
olması, misâfirperver ve geceleri insanlar uyurken ibâdet edici olması,
âlim ve cesûr olması."

"Şükrün esası, nîmetin sâhibini bilmek, bunu kalb ile îtirâf etmek ve dille söylemektir."

"Büyük
âlimlere tâbi olunuz; bid'at yoluna, dinde olmayıp, sonradan çıkarılan
şeylere sapmayınız. İtâat ediniz, muhâlefet etmeyiniz. Sabrediniz,
sızlanmayınız. Sâbit kalınız, ayrılıp dağılmayınız. Bekleyiniz, ümit
kesmeyiniz. Özünüzü günahdan temizleyiniz, kirletmeyiniz. Hele
Rabbinizin kapısından hiç ayrılmayınız."

"Kalb dünyâ
arzularından birine bağlı kaldığı ve geçici lezzetlerden birinin peşine
takılıp gittiği müddetçe, imkânı yok, âhireti sevmiş olamaz."

"Mümin,
insanlara karşı yüzünden sevinçli olduğunu gösterir. Fakat kendi
mahzûndur. Peygamber efendimiz; "Müminin sevinci yüzündedir. Halbuki
kalbi mahzûndur." buyurmaktadır. Müminin tefekkürü, düşünmesi, ağlaması
çok, gülmesi azdır. Tebessümü ile kalbindeki hüznü gizler. Dışarıda
geçimini temin etmekle uğraşıyor görünür, kalbi Rabbini anmakla
meşgûldür. Çoluk çocuğu ile uğraşıyor görünür, kalbi Rabbi iledir."

"İnsanlara
gösteriş için amel yapıp, sonra da bunu Allahü teâlânın kabûl etmesini
istemek yakışır mı? Hırsı, şımarıklığı, azgınlığı ve dünyâya düşkünlüğü
bırak. Sevincini ve neşeni biraz azalt. Biraz hüzünlü ol. Peygamber
efendimiz başkasının kalbini ferahlandırmak için tebessüm buyururlardı."

İlk önce yapılması lâzım olan şeyler husûsunda:

"Mü'minin,
en önce farzları yapması lâzımdır. Farzları bitirdikten sonra, vâcib ve
sünnetleri yapar. Ondan sonra, nâfilelerle meşgûl olur. Farz borcu
varken sünnet ile meşgûl olmak, ahmaklıktır. Farz borcu olanın,
sünnetleri kabûl olmaz. Ali bin Ebî Tâlib'in rivâyet ettiği hadîs-i
şerîfte, Resûlullah efendimiz buyuruyor ki: "Üzerinde farz borcu olan
kimse, kazâsını kılmadan nâfile kılarsa, boş yere zahmet çekmiş olur.
Bu kimse, kazâsını ödemedikçe, Allahü teâlâ, onun nâfile namazlarını
kabûl etmez." Mümin, bir tüccara benzer. Farzlar onun sermâyesi,
nâfileler de kazancıdır. Sermâye kurtarılmadıkça, kazancı olamaz."
buyurdu.

Kötü arkadaşlardan uzak olmayı tavsiye eder, şöyle buyururdu:

"Kötü
arkadaşları terket. Onlara sevgi duyma, sâlihleri sev. Yakının bile
olsa, kötü arkadaştan uzak dur. Uzak bile olsa, iyi arkadaşlarla
berâber ol. Kimi seversen, seninle onun arasında bir yakınlık hâsıl
olur. Bu bakımdan, sevgi beslediğin kimsenin kim olduğuna iyi bak.

Ey
oğul! Kötü kimselerle düşüp kalkman, seni, iyi kimseler hakkında kötü
zanna düşürür. Allahü teâlânın kitabının ve Resûlünün sünnet-i
seniyyesinin gölgeleri altında yürü, felâh, bulur kurtuluşa erersin."

Ey
oğul! Senin düşüncen, yiyecek, içecek, giyecek ve dünyâ lezzetleri
olmasın. Bütün bunlar, nefsin ve insan tabiatının istediği şeylerdir.
Kalbin düşüncesi nerede, nefsin ve tabiatın istekleri nerede? Kalbin
düşüncesi Allahü teâlâdır. Senin düşüncen, Rabbin ve O'nun katında
bulunan nîmetler olmalıdır. Dünyâdan (haram ve şüphelilerden) ne
terkedersen, mutlaka bunun karşılığında âhirette ondan daha hayırlısı
vardır. Ömründe sâdece şu içerisinde bulunduğun günün kaldığını farz et
de âhiret için hazırlık yap."

Faydasız şeyleri bırakmak husûsunda:

"Ey
zavallı! Sana fayda vermeyen şeyler hakkında konuşmayı bırak. Dünyâ ve
âhirette sana fayda verecek işlerle uğraş. Boş işlerle uğraşmayı bırak.
Kalbinden dünyâ düşüncelerini çıkar. Çünkü yakında dünyâdan alınacak,
âhirete götürüleceksin. Dünyâda rahat ve hoş bir hayat arama. Resûl-i
ekrem; "Hayat, âhiret hayâtıdır" buyurdu."

İyi zan sâhibi olmak hakkında:

"Müslümanlar
hakkında iyi zan sâhibi ol. Onlar hakkında niyetini düzelt. Her türlü
hayır işi yapmaya koş. Bilmediğin hususlarda âhireti düşünen âlimlere
sor."

Duâ hakkında:

"Allahü teâlâdan dünyâ ve âhiretin
hayırlarını iste. Sakın; "Ben istiyorum. Fakat Allahü teâlâ vermiyor,
ben de bundan sonra istemeyeceğim." deme. Duâya devâm et. Eğer
istediğin şey ezelde senin için takdir edilmiş ise, Allahü teâlâdan
istedikten sonra, Allahü teâlâ onu sana gönderir. Eğer istediğin o
rızık ezelde senin için takdir edilmemiş ise, Allahü teâlâ seni o şeye
muhtaç kılmaz ve kendinden gelenlere rızâ gösterme nîmetini ihsân eder.
Eğer Allahü teâla senin için fakirlik ve hastalık dilemiş ise, sen de
Allahü teâlâya fakirlikten ve hastalıktan kurtulman için yalvarırsın. O
zaman Allahü teâlâ sana râzı ve memnûn olacağın bir hâl verir. Eğer,
ezelde borçlu olmak takdir edilmişse ve sen de borçtan kurtulmak için
duâ edersen, Allahü teâlâ alacaklıyı sana kötü muâmele etme hâlinden
vaz geçirir. Hatta borcundan azaltma veya hepsini bağışlama hâline
çevirir. Eğer dünyâda borçlu halden kurtarmazsa buna karşılık sana bol
sevap verir.

Âhiret işlerini önce yapmak husûsunda:

"Âhireti
sermâyen, dünyâyı bu sermâyenin kazancı yap. Zamânını, önce âhireti
elde etmek için sarf et. Geri kalan vaktini, geçimini temin için harca.
Sakın dünyânı sermâye, âhiretini onun kârı şeklinde yapma. Böyle
yaparsan, dünyâdan artan zamânını, âhiretin için sarf edersin. Bu zaman
zarfında namazlarını kılmaya çalışırsın. Fakat çabucak kılayım diye,
rükünlerine riâyet etmezsin. Sonra dünyâ işlerinden dolayı yorulur ve
bitkin düşersin. Geceleri kazâ namazı kılmaya fırsat bulamazsın.
Yorgunluktan ölü gibi yatar, gündüz de faydasız olursun. Nefsine, hevâ
ve isteğine hattâ şeytâna tâbi olursun. Âhiretini dünyâya karşılık
satarsın. Nefsinin kölesi ve onun bineği olursun. Hâlbuki sen, nefsine
binmek, onu yalanlayıp tekzib etmek ve selâmet yoluna sokmakla
emrolunmuşsun. Bunlar âhiret yolu, Rabbine tâat yoludur. Sen, nefsinden
gelen istekleri kabûl etmekle, kendine zulmettin. İpini onun eline
verdin. İsteklerinde, lezzetlerinde, hevâsında ona uydun. Sonunda dünyâ
ve âhiretin hayırlısını kaçırdın. Dünyâ ve âhiretini zarara soktun.
Böyle olursa, Kıyamet günü din ve dünyâ bakımından insanların en
müflisi ve en zararlısı olursun. Nefsine uymakla, dünyâdan fazla bir
şeye ulaşamadın. Eğer nefsini âhiret yoluna çekseydin, âhiretini esas
ve sermâye kabûl etseydin, dünyâ ve âhiretini kazanırdın. Nefsin
kötülüklerinden korunur, iyilerden olurdun. Eğer dünyâya rağbet
etmeyerek, kötülüklerden uzak kalarak Allahü teâlâya itâat edersen,
Allahü teâlânın has kullarından olursun."

Yapılan nasîhatı kabul etmek hakkında:

"Kardeşinin
sana yaptığı nasîhatı kabul et. Ona muhâlefet etme. Çünkü o, senin
kendinde göremediğin şeyleri görür. Bunun için Resûl-i ekrem; "Mümin,
müminin aynasıdır." buyurmuştur. Mümin, din kardeşine yapmış olduğu
nasîhatlerde samîmîdir. Onun göremediği şeyleri bildirir. Ona,
iyilikler ve kötülükler arasındaki farkı gösterir. Ona, lehinde veya
aleyhinde olan şeyleri anlatır."

Acele etmemek husûsunda:

"Acele
etme. Acele eden, ya hatâ yapar veya hatâlı duruma yakın olur. Ağır ve
temkinli hareket eden, o işte ya isâbet kaydeder veya isâbet etmeye
yaklaşır. Acele şeytandandır. Ağır ve temkinli hareket etmek. Allahü
teâlâdandır. Umûmiyetle aceleye sebep, dünyâlık toplama hırsıdır.
Kanâat sâhibi ol. Kanâat bitmeyen bir hazînedir."

Gaflet hakkında:

"Allahü
teâlâdan hakkıyla hayâ ediniz. Gaflette olmayınız. Zamânınız, zâyi olup
gidiyor. Hâlbuki siz, yiyemeyeceğiniz şeyleri toplamak,
ulaşamayacağınız şeylerin peşinde koşmak, oturamayacağınız binâları
kurmakla meşgûl oluyorsunuz. Bütün bunlar size, Rabbinizin huzûrunda
hesap vermek için duracağınızı unutturuyor. Hâlbuki Allahü teâlâyı
anmak, âriflerin kalblerinde yerleşir. Onların kalblerini kuşatır.
Onlara, Allahü teâlâyı hatırlamaya mâni olan her şeyi unutturur."

Allah için yapılmayan işler hakkında:

"Senin
dilin güzel ve tatlı; yüzün ise kötülüklerden kurtulmuş gibi gülüyor,
ya kalbinin hâli nasıl? Cemâat içinde iyi görünüyorsun, ya yalnız iken,
yanında kimse yok iken nasılsın? Göründüğün gibi değilsin. Sen namaz
kıldığın, oruç tuttuğun, hayır işleri yaptığın zaman, eğer bunları sırf
Allahü teâlânın rızâsını gözeterek yapmazsan, nifak üzere ve Allahü
teâlâdan uzak olacağını bilmiyor musun? Şimdi Allah için yapmadığın
bütün işlerin, bütün sözlerin, âdî ve bayağı niyetlerin için tövbe et.

İnsanlara
gösteriş için, onların rızâlarını almak için amel yapıp, sonra da bunu
Allahü teâlânın kabûl etmesini istemek yakışır mı? Hırsı, şımarıklığı,
azgınlığı ve dünyâya düşkünlüğü bırak. Sevincini ve neşeni biraz azalt.
Biraz hüzünlü ol. Çünkü sen, hüzün evinde ve dünyâ hapishânesindesin.
Resûl-i ekrem dâimâ tefekkür ederdi. Sevinçleri az, hüzünleri çoktu. Az
gülerdi. Sâdece başkasının kalbini ferahlandırmak için tebessüm
buyururlardı."

Allahü teâlânın sevgisinde samîmiyetin nasıl belli olduğu hususunda:

"Kulun
Allahü teâlâyı sevmesinde samîmi olup olmadığı, başına belâ ve musîbet
geldiği zaman ortaya çıkar. Bela ve musîbet geldiğinde sabır ve sükûn
hâlini muhâfaza edebiliyorsa, o gerçekten Allahü teâlâyı seviyor
demektir. Musîbet ve fakirlik zamânında sebat gösterebilmek bu sevgiye
delil ve alâmet yapıldı. Birisi Peygamber efendimize;"Ben seni
seviyorum." deyince; "Fakirlik için bir elbise hazırla." buyurdu. Bir
başkası gelip Peygamber efendimize; "Ben Allahü teâlâyı seviyorum."
deyince; "Belâ için elbise hazırla." buyurdu."




Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://urkutlukoyu.yetkinforum.com
Admin
Kurucusu
Kurucusu
Admin


Mesaj Sayısı : 126
Nerden : fransa\
Points : 184
Reputation : 1
Kayıt tarihi : 17/12/08

Kişi sayfası
BAŞARI PUANI:
ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Vote_lcap1500/1500ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Empty_bar_bleue  (1500/1500)
SEVİYE:
ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Vote_lcap1500/1500ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Empty_bar_bleue  (1500/1500)
GÜÇLÜLÜK:
ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Vote_lcap1500/1500ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Empty_bar_bleue  (1500/1500)

ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Empty
MesajKonu: Geri: ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR   ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR EmptyPtsi Haz. 22, 2009 11:10 am

Sabır ve tahammüllerin karşılıksız kalmayacağına dâir:

"Halinizden
şikâyette bulunmayın. Sabredin, feryad etmeyin. Doğruluk üzere devâm
edin. İsteyin, istemekte bıkkınlık göstermeyin. İçinde bulunduğunuz
istenmeyen hâllerden dolayı ümitsizliğe düşmeyin. Dâimâ ümitli olun.
Birbirinize düşman değil, kardeş olun. Birbirinize buğz etmeyin.

Allahü
teâlâya, rızâsı için yapılan sabırlar ve tahammüller, aslâ karşılıksız
kalmaz. Onun için bir ân olsun sabrediniz, mutlaka, senelerce bu sabrın
mükâfâtını görürsünüz. Ömrü boyunca kahraman lakabıyla meşhûr olan, bu
lakabı, bir ânlık cesâreti netîcesinde kazanmıştır. Allahü tealâ
Kur'ân-ı kerîmde meâlen; "Şüphesiz ki, Allah sabredenlerle berâberdir."
buyuruyor (Bekara sûresi: 153)

Hayâtı fırsat bilmeye dâir:

"Hayatta
olduğunuz müddetçe, ömrü fırsat biliniz. Bir müddet sonra hayat kapısı
kapanacak, bu dünyâdan ayrılacaksınız. Gücünüz yettiği müddetçe hayırlı
işler yapmayı ganîmet biliniz. Tövbe kapısı açıkken ve elinizde bu
imkân varken bunu fırsat biliniz. Tövbe ediniz. Duâ etmeye imkânınız
varken, duâ ediniz. Sâlih kimselerle berâber olmayı fırsat biliniz."

Kabir ziyâretine dâir:

"Kabirleri ziyâret ediniz. Sâlih kimseleri de ziyâret ediniz. Hayırlı işler yapınız. Böyle yaparsanız, her şeyiniz düzelir."

Günahlardan sakınmak husûsunda:

"Mümin
kimse küçük günahları da büyük görür. Peygamber efendimiz; "Mümin
kimse, günahını dağ gibi görüp, kendi üzerine düşeceğinden korkar.
Münafık ise, günâhını burnu üzerine konan ve hemen uçan sinek gibi
görür." buyurdu."

Vefâtı: Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri vefât
edeceği sırada, oğullarına buyurdu ki: "Yanımdan ayrılın! Çünkü
zâhirde, görünüşte sizinle, bâtında sizden başkasıyla yâni Allahü teâla
ile berâberim." Yine o esnâda buyurdular: "Yanımda sizden başkaları da
vardır. Onlara yer açın. Onlara edebi gözetin. Burada büyük rahmet
vardır. Onları sıkıştırmayın!" Yine; "Aleyküm-üs-selam ve rahmetullahi
ve berekâtühü. Allahü teâlâ beni ve sizi magfiret etsin! Allahü teâlâ
benim ve sizin tövbelerimizi kabûl etsin!" Bir gün bir gece hep böyle
buyurdular.

Oğlu Şeyh Abdürrezzâk anlatır:

Gavs-ül âzam, o esnâda, ellerini kaldırıp, uzattı ve; "Ve aleyküm selâm ve rahmetullahi ve berekâtühü! Tövbe ediniz!" buyurdu.

Vefât
ederken iki defâ; "Allahümme refîk al a'lâ." deyip; "Size geliyorum,
size geliyorum." buyurdu. Tekrar buyurdu ki: "Durun!" Bunun ardından,
ona ölüm ve sekerât hâli geldi. Bu hâlde iken; "Bana kimse bir şey
sormasın. Ben, Allahü teâlânın ilminde bir hâlden başka bir hâle
geçmekteyim." buyurdu.

Son anlarında, oğlu Abdülcebbâr;
"Babacığım, bedenin acı duyuyor mu?" diye arz edince; "Bütün uzuvlarım
acı içindedir. Yalnız kalbimde hiç acı ve elem yok. O, Allahü teâlâ
iledir." buyurdu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://urkutlukoyu.yetkinforum.com
Admin
Kurucusu
Kurucusu
Admin


Mesaj Sayısı : 126
Nerden : fransa\
Points : 184
Reputation : 1
Kayıt tarihi : 17/12/08

Kişi sayfası
BAŞARI PUANI:
ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Vote_lcap1500/1500ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Empty_bar_bleue  (1500/1500)
SEVİYE:
ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Vote_lcap1500/1500ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Empty_bar_bleue  (1500/1500)
GÜÇLÜLÜK:
ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Vote_lcap1500/1500ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Empty_bar_bleue  (1500/1500)

ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Empty
MesajKonu: Geri: ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR   ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR EmptyPtsi Haz. 22, 2009 11:11 am

Oğlu Şeyh Abdürrezzâk anlatır:

Gavs-ül âzam, o esnâda, ellerini kaldırıp, uzattı ve; "Ve aleyküm selâm ve rahmetullahi ve berekâtühü! Tövbe ediniz!" buyurdu.

Vefât
ederken iki defâ; "Allahümme refîk al a'lâ." deyip; "Size geliyorum,
size geliyorum." buyurdu. Tekrar buyurdu ki: "Durun!" Bunun ardından,
ona ölüm ve sekerât hâli geldi. Bu hâlde iken; "Bana kimse bir şey
sormasın. Ben, Allahü teâlânın ilminde bir hâlden başka bir hâle
geçmekteyim." buyurdu.

Son anlarında, oğlu Abdülcebbâr;
"Babacığım, bedenin acı duyuyor mu?" diye arz edince; "Bütün uzuvlarım
acı içindedir. Yalnız kalbimde hiç acı ve elem yok. O, Allahü teâlâ
iledir." buyurdu.

Oğlu Şeyh Abdülazîz; "Hastalığınız nasıldır?"
diye sorunca; "Benim hastalığımı, insan, cin ve meleklerden hiçbiri
bilmez ve anlayamaz. Allahü teâlânın ilmi, hükmü ile nâkıs olmaz. Hüküm
değişir, ilim ise değişmez. Allahü teâlâ, dilediğini siler, dilediğini
yazar. Ümm-ül-kitab O'ndadır, O'na yaptığından suâl olunmaz. Kullara
ise, yaptıkları sorulur." buyurdu.

Daha sonra; "Kudret ile
hâkim, kullarına ölüm ile gâlib olan Allahü teâlâ, her ayıp ve kusurdan
münezzehdir. Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah!" Sonra da; "Allah
Allah Allah..." deyip sonra sesini kesti, dilini damağına yapıştırıp,
mübarek rûhunu teslim eyledi.

Vefâtı büyük bir üzüntüyle
karşılandı. Cenâze namazını kılmak üzere, görülmemiş bir kalabalık
toplandı. Cenâze namazını oğlu Abdülvehhâb kıldırdı. O kadar insan
toplanmıştı ki, kalabalık sebebiyle ancak gece defn edilebildi.
İnsanlar, büyük kalabalıklar hâlinde ziyâretine geldiler. Bu ziyâretler
günlerce devâm etti.

Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin kız ve
erkek pek çok çocuğu vardı. Nesli onlar vâsıtasıyla dünyânın çeşitli
yerlerine Mısır, Kuzey Afrika, Endülüs (İspanya), Irak, Suriye ve
Anadolu'da yayılmıştır. Oğullarından Ebû Abdurrahmân Şerefeddîn Îsâ
Mısır'a hicret etmiş olup şimdi Mısır'daki Kâdirî şeriflerin dedesi
odur. Torunları, Kuzey Afrika'da daha çok Şerif ve Şurefa gibi
isimlerle, Irak, Suriye ve Anadolu'da ise Seyyid ve Geylânî diye
anılmaktadır.

Eserlerinden bâzıları şunlardır:

1)
El-Gunye li-Tâlibî Tarîk-ıl Hak: Îmân, ibâdet ve ahlâkî konuları ihtivâ
eder. 2) El-Fethurrabbânî vel-Feyz-ur-Rahmânî: Vâzlarından meydana
gelir. 3) Fütûh-ul-Gayb: Bu eser vâzlarından ve oğlu Abdurrezzak'a
vasiyetinden meydana gelir. 4) El-Fuyûzâtu'r-Rabbâniyye fî
Evrâd-il-Kâdiriyye: Duâ ve virdlerden meydana gelir. 5) Mektûbat: On
beş mektuptan meydana gelir.

ALTININ VAR MI?

Bir gün
Abdülkâdir Geylânî'ye; "Bu işe başladığınızda, bu yola adım
attığınızda, temeli ne üzerine attınız? Hangi ameli esas aldınız da
böyle yüksek dereceye ulaştınız?" diye sordular. Buyurdu ki:

"Temeli
sıdk ve doğruluk üzerine attım. Aslâ yalan söylemedim. Yalanı kâğıda
bile yazmadım ve hiç yalan düşünmedim. İçim ile dışımı bir yaptım.
Bunun için işlerim hep rast gitti. Çocuk iken maksadım, niyetim, ilim
öğrenmek, onunla amel etmek, öğrendiklerime göre yaşamaktı.
Küçüklüğümde Arefe günü çift sürmek için tarlaya gittim bir öküzün
kuyruğundan tutunup, arkasından gidiyordum. Hayvan dile geldi ve dönüp
bana; "Sen bunun için yaratılmadın ve bununla emrolunmadın." dedi.
Korktum, geri döndüm. Evimizin damına çıktım. Gözüme, hacılar gözüktü.
Arafat'ta vakfeye durmuşlardı. Anneme gidip; "BeniAllahü teâlânın
yolunda bulundur. İzin ver, Bağdad'a gidip ilim öğreneyim. Sâlih
zâtları ve evliyâyı bulup ziyâret edeyim." dedim. Annem sebebini sordu,
gördüklerimi anlattım. Ağladı, kalkıp babamdan mîrâs kalan seksen
altının yarısını kardeşime ayırdı. Kalanını bana verip, altınları
elbisemin koltuğunun altına dikti. Gitmeme izin verip, her ne olursa
olsun doğruluk üzere olmamı söyleyip, benden söz aldı. "Haydi Allah
selâmet versin oğlum. Allahü teâlâ için ayrıldım. Artık kıyâmete kadar
bir daha yüzünü göremem." dedi. Küçük bir kâfile ile Bağdad'a gitmek
üzere yola çıktım. Hemedan'ı geçince, altmış atlı eşkıyâ çıka geldi.
Kâfilemizi bastılar. Kervanı soydular. İçlerinden biri benim yanıma
geldi. "Ey derviş! Senin de bir şeyin var mı?" diye sordu. "Kırk
altınım var." dedim. "Nerededir?" dedi. "Koltuğumun altında dikili."
dedim. Alay ediyorum zannetti. Beni bırakıp gitti. Bir başkası geldi, o
da sordu. Fakat, o da bırakıp gitti. İkisi birden reislerine gidip, bu
durumu söylediler. Reisleri beni çağırttı. Bir yerde, kâfileden
aldıkları malları taksim ediyorlardı. Yanına gittim. "Altının var mı?"
dedi. "Kırk altınım var." dedim. Elbisemin koltuk altını sökmelerini
söyledi. Söküp, altınları çıkardılar. "Neden bunu söyledin?" dediler.
"Annem, ne olursa olsun yalan söylemememi tembih etti. Doğruluktan
ayrılmayacağıma söz verdim. Verdiğim sözde durmam lazım." dedim. Eşkıyâ
reisi, ağlamaya başladı ve; "Bu kadar senedir ben, beni yaratıp,
yetiştiren Rabbime verdiğim sözü bozuyorum." dedi. Bu pişmanlığından
sonra tövbe edip, haydutluğu bıraktığını söyledi. Yanındakiler de,
"İnsanları soymakta, yol kesmede sen bizim reisimiz idin, şimdi tövbe
etmekte de reisimiz ol" dediler. Sonra, hepsi tövbe ettiler. Kâfileden
aldıkları malları sâhiplerine geri verdiler. İlk defâ benim vesîlemle
tövbe edenler, bu altmış kişidir."

ATEŞİN ODUNU YİYİP BİTİRDİĞİ GİBİ

Abdülkâdir
Geylânî'nin sohbetleri ile hasta gönüller şifa bulur, katı kalpler
yumuşardı. İnsanların mânevî hastalıklarını tek tek bildirir, onları
tedâvî ederdi. Hasedin, kıskançlığın Allahü teâlânın gazâbına sebeb
olacağını şöyle anlatır:

Ey mümin! Ne oluyor ki, seni, komşunu;
yemede, içmede, giymede ve başka şeylerde kıskanır görüyorum. Bu nasıl
iş? Bilmiyor musun ki, bu senin îmânını zayıflatır. Mevlânın yanında
kıymetin kalmaz. Seni, Allahü teâlânın gazabına uğratır. Peygamber
efendimiz; "Allahü teâlâ, hasetçi kimse nîmetimin düşmanıdır,"
buyurdu." diye bildirmiştir. Resûl-i ekrem bir hadîs-i şerîfte; "Ateş
odunu yiyip bitirdiği gibi, haset de iyilikleri yer." buyurdu. Sen,
haset ettiğin kimseyi, hangi ve ne hususta haset ediyorsun. Onun
kısmeti için mi, yoksa kendi kısmetin husûsunda mı haset ediyorsun?
Eğer onu, Allahü teâlânın ona kısmet olarak verdiği şeyde haset
ediyorsan, ona haksızlık etmiş olursun. Haset ettiğin kimse, Allahü
teâlânın kendisi için takdir ve taksim ettiği nîmetin içerisinde
bulunmaktadır. Sen onu, Allahü teâlânın bu ihsânından dolayı haset
etmekle, ne kadar haksızlık ve cimrilik yaptığını, ne kadar akılsızlık
ettiğini biliyor musun? Eğer onu, sana takdir edilenin onun eline
geçeceğinden endişe ederek kıskanıyorsan, bu senin çok câhil olduğunu
gösterir. Çünkü senin kısmetini başkası yiyemez. Muhakkak ki Allahü
teâlâ sana zulmetmez. Allahü teâlâ senin için takdir ettiğini, sana
nasîb olarak verdiğini, senden alıp başkasına vermez.

BU İHTİYARI HİMÂYE ETSİN!..

Gavs-ül-a'zam
bir gün, İmâm-ı Ahmed bin Hanbel'in kabrini ziyâret etti. Yanında
evliyâdan bir cemâat da vardı. Kabrin başında okudular. İmâm-ı Ahmed
bin Hanbel kabirden çıktı, elinde gömlek vardı. Gömleği verdi ve
birbirlerinin boynuna sarıldılar. Sonra İmâm-ı Ahmed; "Ey Seyyid
Abdülkâdir! Fıkıh, tasavvuf ile helâlin, haramın ilmi sana muhtaçtır."
buyurdu.

Bir gece Resûlullah efendimizi rüyâda gördü. Bu arada
İmâm-ı Ahmed bin Hanbel'i de gördü. Bir eliyle sakalını tutmuş,
Resûlullah efendimizden ricâ ediyor ve; "Ey Allah Resûlü! Oğlun
Muhyiddîn Seyyid Abdülkâdir'e buyur da, bu zayıf ihtiyârı himâye
etsin." diyordu. Resûlullah efendimiz tebessüm buyurarak: "Ey Seyyid
Abdülkâdir! Bu şeyhin ricâsını kabûl et." buyurdu. Resûlullah'ın emri
ile, onun ricâsını kabûl etti ve sabah namazını Hanbelîlerin
namazgâhında kıldı. Hâlbuki Hanbelî namazgâhında imâmdan başka kimse
olmazdı. Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri oraya gelince, pek çok kimse
de ardından gelip, mescidi doldurdu ve boş yer kalmadı. "Eğer
Gavs-ül-a'zam hazretleri o gün, Hanbelî namazgâhında hazır olmasaydı,
Hanbelî mezhebi unutulacaktı." denilmiştir. Bundan sonra Hanbelî
mezhebine göre ibâdet etti.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://urkutlukoyu.yetkinforum.com
Admin
Kurucusu
Kurucusu
Admin


Mesaj Sayısı : 126
Nerden : fransa\
Points : 184
Reputation : 1
Kayıt tarihi : 17/12/08

Kişi sayfası
BAŞARI PUANI:
ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Vote_lcap1500/1500ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Empty_bar_bleue  (1500/1500)
SEVİYE:
ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Vote_lcap1500/1500ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Empty_bar_bleue  (1500/1500)
GÜÇLÜLÜK:
ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Vote_lcap1500/1500ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Empty_bar_bleue  (1500/1500)

ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR Empty
MesajKonu: Geri: ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR   ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR EmptyPtsi Haz. 22, 2009 11:11 am

HIRSIZIN HİDÂYETİ

Abdülkâdir Geylânî, küçükken yaşı bir gün,
Tarlaya, çift sürmeye, gitmiş idi gündüzün.

Öküzün kuyruğundan, tutunmuş gider iken,
Hayvan dile gelerek, konuştu ona birden.

Dedi: "Ey Abdülkâdir, şunu bil ki şüphesiz,
Seni, bu işler için, yaratmadı Rabbimiz."

Korktu ve eve geldi, dedi ki: "Anneciğim,
Bana izin verirsen, Bağdat'a gideceğim.

İlim tahsîl etmektir, gitmekte asıl gâyem,
Ayrıca evliyâyı, ziyâret ederim hem."

Annesi memnun olup, dedi ki: "Ey evlâdım,
İlim öğrenmen idi, benim dahi murâdım."

Koltuğunun altına, dikerek kırk altını,
Dedi ki: "Doğruluktan, ayırma lisânını.

Git, yolun açık olsun, emânet ol Allah'a,
Belki de görüşmemiz, nasîb olmaz bir daha."

Abdülkâdir böylece, annesinden ayrılıp,
Bağdat'a yola çıktı, bir kervana katılıp.

Bir müddet yol gidip de, geçince Hemedan'ı,
Âniden eşkıyâlar, bastılar bu kervanı.

Kervanda mal ve eşya, var ise her ne kadar,
Teker teker sorarak, gasbeyleyip aldılar.

Abdülkâdir'e dahi, sordu bir eşkıyâ;
"Ey çocuk, üzerinde, neyin var, mal ve eşyâ?"

Dedi: "Benim sâdece, kırk altınım var ki hem,
Onları koltuğumun, altına dikti annem."

İnanmadı eşkıyâ, onun bu sözlerine,
Gitti ve ikincisi, geldi onun yerine

O da alay ederek, sordu: "Ey fakir çocuk,
Yanında mal ve para, neyin var, söyle çabuk."

Ona dahi dedi ki: "Kırk altın var yanımda,
Onlar da dikilidir, koltuğumun altında."

İnanmadı ise de, o dahi buna yine,
Gidince haber verdi, bunu reislerine.

Reisleri çağırtıp, sordu ki o da tekrar:
"Ey çocuk doğru mudur, yanında altın mı var?"

Dedi: "Evet efendim, kırk altınım var ki hem.
Koltuğumun altına, dikmişti tek tek annem."

Söylediği o yeri, sökerek eşkıyâlar,
Altınları görünce, şaşıp dona kaldılar.

Reisleri dedi ki: "Pekâlâ ey evlâdım,
Ne için doğrusunu, söyledin anlamadım.

Eğer söylemeseydin, bulamazdık biz bunu,
Niçin sen bile bile, söyledin doğrusunu."

Dedi ki: "Ben anneme, sözverdim ki efendim,
Her ne olursa olsun, yalan söylemeyeyim.

Doğrudan sapmamaya, söz vermiştim anneme,
Değer mi altın için, bu ahdimden dönmeme."

Reis bunu duyunca, başladı ağlamaya,
Dedi: "Eyvâh benim de ahdim vardı Allah'a.

Lâkin bunca senedir, yaparım eşkıyâlık,
Şu andan îtibâren, tövbe ettim ben artık."

Diğer eşkıyâlar da, bakarak bu reise,
Dediler: "Bizler dahi, vazgeçtik öyle ise."

Hâlisen tövbe edip, o gün bunca eşkıyâ,
Aldıkları ne kadar, var ise, mal ve eşyâ,

Tekar sâhiplerine, vererek teker, teker,
O günden îtibâren, o işi terk ettiler.

SEN NASIL MÜSLÜMANSIN

Bir gence buyurdu ki: "Oğlum, senin maksadın,
Sâdece yemek içmek, olmasın aman sakın!

Buna düşkün olanın, kıymeti çünkü evlat,
Çıkardıkları ile ölçülür, aman dikkat!

Dünyâda bir günâhı, terk ederse bir insan,
Cennet'te onun aslı, edilir ona ihsân.

Oğlum, şöyle düşün ki, ölürsün bu gün artık,
Bu düşünce içinde, yap ölüme hazırlık.

Allah'ı sevdiğini, söylüyorsun ey insan,
Niçin bir musîbette, edersin peki isyân?

Sabredebiliyorsan, bir belâ geldiğinde,
Hakîkat payı olur, senin bu dediğinde.

Eğer isyân edersen, musîbet geldiği an,
O zaman bilmiş ol ki, yalandır o iddiân.

Bir gün Resûlullah'a, bir müslüman gelerek,
Dedi: "Yâ Resûlallah, seviyorum seni pek."

Resûl, ona cevâben, buyurdu ki: "Ey kimse,
Peki, fakirlik için, hazırlan öyle ise!"

Birisi de gelerek arz etti ki: "Efendim,
Allahü teâlâya, pekçoktur muhabbetim."

Resûlullah ona da, buyurdu ki: "Ey insan,
Öyleyse belâ ile, musîbete hazırlan!"

Gavs-ı a'zam, bir gün de, buyurdu ki: "Aman hâ,
Gafletle yaşayıp da, isyân etme Allah'a.

Zîrâ yeri gelince, "Müslümanım" diyorsun,
Ne garip iddiâ ki, dînini bilmiyorsun.

Hâlbuki sen dînini, bilmeyince mükemmel,
Hangi esâsa göre, yaparsın peki amel?

Yalnız dîni bilmek de, yetişmez yine sana,
Zîrâ amelsiz ilim, vebâldir bir insana.

"Lâ ilâhe illallah", söylemek kâfi değil.,
Bunun icâbını da, yapmalısın bil-fiil.

Öyleyse ilk e
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://urkutlukoyu.yetkinforum.com
 
ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ EVLİYALARIN PİRİDİR
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
ÜRKüTLÜ KÖYÜ sarikaya yozgat :: İslami Paylaşımlar :: Evliyalar-
Buraya geçin: