HÂCE OSMAN HÂRÛNÎ
Hindistan'ın büyük velîlerinden. On ikinci
yüzyılda yaşadı. Künyesi Ebü'n-Nûr'dur. Hâce Osman, zamânının imâmıydı.
1116 (H.510) senesinde doğdu. Ömrünün yetmiş senelik bir kısmını
riyâzet ve mücâhede nefsin istediklerini yapmayıp istemediklerini
yapmak ile geçiren Hâce Osman, 1220 (H.617) senesinde Mekke-i
mükerremede vefât etti. Oraya defnedildi. Hâce Osman, İran'ın Nişâbur
şehrine bağlı Hârûn isimli beldede yaşadı.
Osman Hârûnî, Hâce
Hacı Şerîf Zendenî'den edep ve ilim öğrendi. Osman Hârûnî, ilk defâ
hocasının huzûruna gelip tövbe edince, hocası ona; "Şu dört şeyi terk
etmelisin: 1) Dünyâyı ve dünyâ ehlini, 2) Arzularını ve hırslarını, 3)
Nefsin neyi hatırlayıp isterse onu, 4) Allahü teâlâyı zikretmek için,
gece uykuyu. Netice olarak Allahü teâlâdan başka her şeyi terk
etmelisin. Herkesi kendinden iyi bil ki, hepsinden iyi olasın. Tevâzu
sâhibi ve alçak gönüllü ol ki, evliyâlık makâmına ulaşasın. Böyle
olmayanın bizim yolumuzla ilgisi yoktur." buyurdu.
Osman Hârûnî,
hocasının bu nasîhatına uyarak çok riyâzet çekti. Üç yıl sonra, hocası
tarafından ona vekil olma izni verildi. İsm-i a'zama kavuştu. Zâhirî ve
mânevî ilimleri öğrendi. Hocası vefât edince, yerine geçti. Hâce Osman
Hârûnî'nin dört büyük talebesi vardı. Bunlar; HâceMuînüddîn Çeştî, Hâce
Necmüddîn Sugrâ, Şeyh Sa'dî Tenkuhî ve Şeyh MuhammedTürkî'dir.
Osman
Hârûnî devamlı nefsi ile mücâdele ederdi. Hiçbir zaman doyuncaya kadar
yiyip içmezdi. Geceleri çoğunlukla uyumaz, ibâdet ederdi.Çok acıktığı
zaman, sâdece bir-iki lokma yemek yerdi. Duâsı makbûldü. Âhireti
düşünerek çok ağlardı.
Bir gün Hâce Osman namazdayken gâipten
bir ses; "Ey Osman, namazını beğendim ve kabûl ettim. Dileğini iste
vereyim." dedi. Namazdan sonra; "Yâ Rabbî! Ben senden seni istiyorum."
dedi. Yine; "Ey Osman! İsteğini kabûl ettim. Başka ne istersen iste ki
vereyim." deyince, Osman Hârûnî; "Yâ Rabbî! Muhammed aleyhisselâmın
ümmetinden olan bütün müslümanların günahkârlarını affet." diye niyazda
bulundu. Bunun üzerine o ses; "Onlardan otuz bin günahkârı sana
bağışladım." dedi. Osman Hârûnî bundan sonra her namazının arkasından
hep böyle duâ eder ve aynı cevâbı işitirdi. Onun duâsı ile affolanların
sayısını ancak cenâb-ı Hak bilir.
Osman Hârûnî çok seyâhat
ederdi. Bir gün halkı mecûsî, ateşperest olan bir yerin yakınına geldi.
Bir ağaç altında namaz kılmaya başladı. Yemek pişirmek için Fahreddîn
isimli yardımcısı ateş almak için mecûsi köyüne gitti. Köylülerden ateş
yakabilmek için kor istedi. Fakat halk, ateşe tapındıklarından,
istediğini vermedi.Ateş almadan geri dönüp, durumu arz edince, Osman
Hârûnî abdestini tâzeleyip bu defa kendisi gitti ve halkı ateşe tapar
buldu. Başkanlarının yedi yaşındaki oğlu da oradaydı.
Osman
Hârûnî onlara; "Allahü teâlânın önemsiz bir mahlûku olan ve az bir su
ile sönebilecek ateşe tapmaktan maksadınız nedir? Ateş, cenâb-ı Hakk'ın
âciz bir yaratığıdır. Onun ve her şeyin sâhibi yalnız Allahü teâlâdır.
Niçin O'na tapmıyorsunuz? O'na taparsanız ebedî kurtuluşa
kavuşursunuz." dedi.Mecûsîlerin başkanı; "Ateşin, bizim dînimizde yeri
büyüktür. Biz ona kıyâmet günü yakmasın diye ibâdet ediyoruz." deyince,
Osman Hârûnî ona; "Bu kadar kıymetli yıllarını kendisine tapmakla
harcadığın ateşe bir uzvunu koy da yakmasın." dedi.Başkan; "Ateşin
âdeti yakmaktır. Buna kim karşı gelebilir?" deyince, Osman Hârûnî;
"Ateş de, bütün âlemin yaratıcısı olan Allahü teâlânın emrindedir.
O'nun izni olmadan bir saç teli bile yakamaz." dedikten sonra yaşlı
adamın kucağındaki çocuğu aldı. Besmele çekerek; "Ey ateş! İbrâhim'in
üzerine serin ve selâmet ol." (Enbiyâ sûresi:69) meâlindeki âyet-i
kerîmeyi okuyarak ateşin içinde kayboldu.
Bir müddet sonraOsman
Hârûnî kucağında çocuk ile ateşin içinden çıktı. Yaşlı râhib ve
etrâfındakiler çocuğu sağ sâlim görmekten memnun oldular ve ona ateşin
içinde ne gördüğünü sordular. Çocuk; "Şeyhin sâyesinde bir bahçede
oynadım." diye cevap verdi. Mecûsilerin hepsi bu duruma hayran kalarak,
müslüman oldu. Başkanın ismini Abdullah, oğlununkini İbrâhim koyan
OsmanHârûnî bir süre orada kalarak, onlara İslâmiyeti öğretti. Söz
konusu ateş mâbedinin yerine bugün de mevcûd olan çok güzel bir câmi
inşâ edildi.
Muînüddîn Çeştî anlatır: "Bir gün Osman Hârûnî ile
birlikte bir seyâhate çıkmıştık. Dicle kenarına geldiğimizde, karşıya
geçebilmek için bir kayığın bulunmadığını gördük. Osman Hârûnî bana
dönerek; "Gözlerini kapa!" buyurdu. Birkaç sâniye sonra; "Aç!" dedi.
Gözlerimi açtığımda karşı sâhile geçmiş olduğumuzu gördüm. Bunun
üzerine Allahü teâlâya şükrettim.
Yine birgün hocam Osman Hârûnî
ile Sevastan'a gitmiştik. Bir müddet Sadrüddîn Ahmed Sevastânî'nin
dergâhında kaldık. Hocama birisi geldiği zaman, görülmez kaynaktan
Allahü teâlânın izniyle bir şey gelirdi. O da bunu yeni gelene verir ve
ondan Allahü teâlâya ve Peygamber efendimize olan îmânla mezara gitmesi
için duâ etmesini ricâ ederdi. Kabir azaplarından bahsedilince, bir
yaprak gibi titrerdi. Bâzan günlerce ağlardı.
"Bir gün öleceğim.
Kıyâmette yaptıklarının hesâbını verecek olan kimse, nasıl gülebilir ve
günlük işlere dalabilir. Eğer insanların akrep ve yılanların kabirde
verecekleri sıkıntıdan birazcık haberi olsa, tuz gibi erirler."
buyururdu."
Muînüddîn Çeştî yine şöyle anlatır: "Bir komşum
vardı. Osman Hârûnî'nin talebelerindendi. Bu komşum vefât etti.
Cenâzesinde bulundum. Cenâze kabre konunca herkes gitti. Ben biraz
kalıp, murâkabeye daldım. O anda azap melekleri geldi. O sırada Osman
Hârûnî de orada hazır oldu. Onlara; "Bu benim talebelerimdendir. Ona
azâb etmeyin." dedi.Melekler gittiler, sonra hemen geri geldiler ve
cenâb-ı Hak; "Bu şahıs senin hilâfına iş görürdü." buyurdu, dediler.
Osman Hârûnî onlara; "Evet! Fakat bize intisâb edip talebe olmuştu."
dedi. O anda cenâb-ı Hak'tan şu emir geldi: "Ey melekler!Osman
Hârûnî'nin talebesinden elinizi çekiniz. Ben onu, Osman Hârûnî'nin
dostluğuna bağışladım." Ben de ümîd ederim ki, Osman Hârûnî'nin
hürmetine bizi de affeder.
Osman Hârûnî buyurdu ki: "Hesaplaşma
günü geldiğinde, bütün peygamberler, velîler ve müslümanlar, Allahü
teâlâ tarafından namaz husûsunda sorguya çekilecektir. Zamânında bu
görevi yapanlar kurtulacaklar. Ancak yapmayanlar Veyl denilen ve azâbı
çok ağır olan Cehennem kuyusuna atılacaktır. Allahü teâlâ Veyl
kuyusunun, namazı vaktinde kılmayan için olduğunu bildirmiştir."
O SİZDİNİZ...
Bir
gün Osman Hârûnî'nin huzûruna bir şahıs gelerek; "Uzun zamandır kayıp
oğlumdan bir haber alamadım." deyip, Fâtiha ve duâ taleb etti. Osman
Hârûnî bir müddet murâkabeye daldı. Sonra orada bulunanlara; "Niyet
edip Fâtiha okuyun da bu zâtın oğlu bulunsun." buyurdu. Oradakilerin
hepsi denileni yaptılar.
Osman Hârûnî bir müddet daha murâkabeye
daldı. Sonra o zâta; "Git, oğlun inşâallah evine gelmiştir. Onu beni
görmeye getir." buyurdu. O zât evine yaklaşınca, oğlunun döndüğü
müjdelendi. Hasret giderdikten sonra, Osman Hârûnî'nin huzûruna
gittiler. Osman Hârûnî o zâtın oğluna nerede olduğunu ve başına
gelenleri sordu. O da; "Bir gemide esir alınıp adalardan birinde
zincirle bağlı iken, bir zât gelip zincirleri çözdü, gözünü kapat ve aç
deyince kendimi evde buldum. Sonra da o pîr kayboldu ve o sizdiniz."
diye anlattı. Daha sonra bu zâtın oğlu, Osman Hârûnî'nin hâlis
talebelerinden oldu.
1) Siyer-ül-Aktâb; s.93
2) Hadîkat-ül-Evliyâ; 3. kısım, s.157
3) Sefînet-ül-Evliyâ; s.93
4) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.9, s.218