ÜRKüTLÜ KÖYÜ sarikaya yozgat
urkutlu koyumuzun Sitesi'ne Hosgeldiniz..

Eğer Üye İseniz Lütfen Giriş Yapınız, Eğer Henüz Üye Değilseniz Ve Forum’a Katılmak İstiyorsanız Üye Olabilirsiniz..!
ÜRKüTLÜ KÖYÜ sarikaya yozgat
urkutlu koyumuzun Sitesi'ne Hosgeldiniz..

Eğer Üye İseniz Lütfen Giriş Yapınız, Eğer Henüz Üye Değilseniz Ve Forum’a Katılmak İstiyorsanız Üye Olabilirsiniz..!
ÜRKüTLÜ KÖYÜ sarikaya yozgat
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

ÜRKüTLÜ KÖYÜ sarikaya yozgat

koyumuzun forumu
 
AnasayfaPortailGaleriLatest imagesKayıt OlGiriş yap
Giriş yap
Kullanıcı Adı:
Şifre:
Beni hatırla: 
:: Şifremi unuttum
Kimler hatta?
Toplam 4 kullanıcı online :: 0 Kayıtlı, 0 Gizli ve 4 Misafir :: 1 Arama motorları

Yok

Sitede bugüne kadar en çok 33 kişi C.tesi Ağus. 17, 2013 12:56 pm tarihinde online oldu.
En son konular
» CounTeR StRiKe Cs 1.5,1.6 SxeDe ÇaLıŞaN Cfg-Cs AiM CfG İnDiR
TOPRAK IDARESI EmptyPaz Ocak 08, 2012 3:47 pm tarafından Admin

» selam aleykum bende burdayim
TOPRAK IDARESI EmptyPaz Ocak 08, 2012 12:18 am tarafından Admin

» SOHBETTTTT
TOPRAK IDARESI EmptyPaz Ocak 08, 2012 12:16 am tarafından Admin

» Terim etkisi! 2-4 cimbom samsunda kazandi
TOPRAK IDARESI EmptyC.tesi Ocak 07, 2012 8:23 pm tarafından ilhami01

» Wheelman ViTALiTY PC Oyun
TOPRAK IDARESI EmptyC.tesi Ocak 07, 2012 7:58 pm tarafından ilhami01

» Cs 1.5 Hs ATaN Cfg Bu CfqyLe PaSo HS Atacaksınız!
TOPRAK IDARESI EmptyÇarş. Ocak 04, 2012 8:03 pm tarafından Admin

» CCleaner3.14.1616
TOPRAK IDARESI EmptyÇarş. Ara. 28, 2011 6:27 pm tarafından Admin

»  windows 7 DNS Ayarlarını değiştirme
TOPRAK IDARESI EmptySalı Ara. 27, 2011 10:42 pm tarafından Admin

»  Microsoft .NET Framework 1-2-3-4 (TÜRKÇE TEK PAKET)..
TOPRAK IDARESI EmptySalı Ara. 27, 2011 10:32 pm tarafından Admin

» Sothink SWF Decompiler 5.0 Build 503
TOPRAK IDARESI EmptySalı Ara. 27, 2011 10:27 pm tarafından Admin

» ibretlik bir olay Ahde vefa
TOPRAK IDARESI EmptySalı Ara. 27, 2011 9:55 pm tarafından Admin

» yozgat-tan-guzel-kareler-
TOPRAK IDARESI EmptySalı Ara. 27, 2011 9:54 pm tarafından Admin

» kurban bayraminiz mubarek olsun
TOPRAK IDARESI EmptyPtsi Kas. 15, 2010 7:45 pm tarafından Admin

» Kolbasti Yozgat Usulü
TOPRAK IDARESI EmptyC.tesi Mayıs 29, 2010 12:09 pm tarafından urkutlulu

» badr hari vs ruslan karaev "sanalturkum.com"05.12.2009
TOPRAK IDARESI EmptyPtsi Ara. 14, 2009 8:53 pm tarafından Admin


 

 TOPRAK IDARESI

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Misafir
Misafir
Anonymous



TOPRAK IDARESI Empty
MesajKonu: TOPRAK IDARESI   TOPRAK IDARESI EmptyPtsi Şub. 23, 2009 11:06 am

Osmanli Devleti'nin kurulus döneminde ve bu devletin ekonomik, sosyal
ve askerî gelismesinde önemli derecede rol oynayan etkenlerden biri de
süphesiz ki toprak sistemidir. Bu sistemin gelismesi ile ilgili
müesseseler, devlete bir dinamizm veriyordu. Bu sebepledir ki ortadan
kalkip tarihe mal olusuna kadar toprak, bu devletin hayatinda önemli
bir rol oynamisti.
Bir toplumun, devlet olabilmesi için, bazi
hususiyetleri tasimasi gerekir. Toprak (ülke) bu hususiyetlerin basinda
gelmektedir. Çünkü her bagimsiz devletin, hak ve selahiyetlerini,
mutlak surette kullanabildigi, belirli sinirlarla tesbit ve tayin
edilmis bulunan cografî bir toprak parçasi diye tarif edilen "ülke"
kavrami, ancak belli bir topraga sahip olmakla mümkün olabilir.
Islâm
öncesi Türklerinde toprak, biri fertlerin digeri de cemaatin olmak
üzere iki kisma ayriliyordu. Islâm öncesi Türk devletlerinin, kismen
yerlesik de olsa, göçebe hayat tarzi ve an'anelerine göre bir mülkiyet
telakkisine sahip olduklari bilinmektedir. Hayvanlarina otlak vazifesi
görmesinden dolayi göçebeler için topragin ehemmiyeti büyüktü. Eski
Türklerde otlaklar, fertlerin degil, kabile veya cemaatlerin
mülkiyetinde bulunuyorlardi. Yedisu havalisinde oturan
Kazak-Kirgizlarin isledikleri topraklarda, özel mülkiyet ve cemaat
mülkiyeti olmak üzere iki tip mülkiyet vardi. Özel mülkiyete dahil
bulunan arazi, kabilenin müsterek mülkiyetinde bulunan topraklarin
paylasilmasi ve sahis ile kabileye ait olmayan bos yerlerin
benimsenmesi suretiyle meydana gelmisti. Hususi mülkiyette sahibi, tam
anlamiyla toragi temellük eder. Öldügü zaman arazi, ogullarina miras
kalir. Ancak vâris bulunmadigi zaman söz konusu olan toprak cemaata
kalir. Cemaat içerisinde yeni bir aile kurulunca, cemaat ona
idaresindeki araziden bir hisse verir. Sayet verilebilecek yeni bir
arazi yoksa, cemaat tarafindan onun için, bir arazinin tedarik
edilmesine çalisilirdi. Cemaat mülkiyetine ait olan arazi, muayyen
parçalara ayrilarak bir kira karsiliginda geçici olarak fertlerin
istifadesine terk edilirdi. Bu arazinin kiracilar elinde birakilma
müddeti, muhtelif yerlerde toprak, su ve ekim sartlarina göre
degisiyordu.
Türklerin Islâm'i kabul edip Islâm medeniyeti içindeki
yerlerini almalarindan sonra, dinî, iktisadî ve ictimaî hayatlarinda
degisiklikler meydana geldi. Bu sebeple Müslüman Türkler, her konuda
oldugu gibi toprak hukuku ve idaresi bakimindan da Islâmî prensiplere
bagli kaldilar. Bunun içindir ki, Islâm toprak hukuku ile ilgilenenler
tarihî açidan bu sistemi dört ana devreye ayirirlar. Bunlar:
a) Islâmiyetin baslangicindan Hz. Ömer'in halifeligi dönemine kadar olan devre,
b) Hz. Ömer devri,
c) Abbasi ve Selçuklu devri,
d) Osmanli devre.
Islâm
medeniyeti içerisinde basli basina bir devreye konu olabilecek olan
Osmanli toprak uygulamasi, gerçekten toprak hukuku bakimindan büyük bir
önem arz eder. Filhakika Osmanlilar, birçok müessesede oldugu gibi
toprak mevzuunda da kendisinden önceki müslüman devletlerin
tatbikatindan istifade etmislerdi. Zaten onlara bigâne kalmalari da
mümkün degildi. Bu sebepledir ki devlet, henüz bir beylik durumunda
oldugu zaman bile, Islâmî bir sistemin yerlesmesi için çalisiyordu.
Bunun içindir ki bu Müslüman unsurlar (göçlerle gelen ve uçlarda
yasayan göçebe Müslüman Türkler) Osmanli Beyligi'ni siyasî ve kültürel
bakimlardan, klasik Islâm geleneklerinin ihyasini hedef tutan bir
devlet olmaya dogru gelistirdiler. Osman Gazi'nin halefleri, tedricen
"sultan"lar haline geldiler. Onlarin etrafinda karakterini dil ve
irktan ziyade din ve medeniyetin tayin ettigi bir "Osmanlilar cemiyeti"
tesekkül etti.
Islâm âleminde bir gelenek olarak, Osmanlilardan
önceki müslüman devletlerde ve özellikle Büyük Selçuklularda görülen
ikta sistemi, Büyük Selçuklulardan sonra gelen bütün Türk Islâm
devletlerinde uygulanmistir.
Selçuklularin, askerî mukataalar ihdas
etmeleri, hanedanin, kendi baslica dayanagi olan Türk unsuruna mensup
kütleleri yabanci sahalarda yerlestirmek, onlara hem toprak vermek hem
de lüzumunda askerî bir kuvvet olarak faydalanmak fikrinden dogmustur.
Bu suretle yavas yavas topraga baglanan göçebeler, hem bir karisiklik
âmili olmaktan çikiyor, hem de devlete kuvvetli bir askerî dayanak
teskil ediyorlardi. Bu usulün ehemmiyet ve faydasi, bilhassa Bizans'tan
zapt edilen yeni sahalarda daha açik bir sekilde görünüyordu. Kismen
harplerde ve fetihlerde imha veya esir edilen ve kismen de yerlerinde
birakilan yerli ahaliden kalmis genis Anadolu topraklari, Selçuklularin
takib ettikleri ikta sistemi sayesinde yavas yavas Türklesti.
Osmanlilarin,
kendilerinden önceki Müslüman Türk devletlerinden mâhirâne bir usul ile
alip tatbik ettikleri timar sistemi, Osman Gazi ile baslar. O, zapt
ettigi bütün yerleri timar olarak silah arkadaslari ile askerlerine
veriyordu. Itaat eden yerli halki da yerinde birakiyordu. Hatta o,
arkadaslarindan bazilarinin uysal ve itaat eden ahaliyi herhangi bir
sebeple yerlerinden kaçirmalarina engel oluyordu. Âsikpasazâde'ye göre
o: "Her kime kim bir timar virem âni sebepsiz elinden almayalar ve hem
ol öldügü vakitte ogluna ve eger küçücük dahi olsa vireler.
Hizmetkârlari sefer vakti olicak sefere varalar, tâ ol sefere
yarayinca. Ve her kim kanun düzse Allah andan râzi olsun. Ve eger
neslimden bir kisi bu kanundan gayri bir kanun koyacak olursa edenden
ve ettirenlerden Allah Teâla râzi olmasin" demistir. Selçuklu
uygulamasi ile ayni özellikleri tasiyan bu sözlerden su sonuçlar
çikmaktadir:
1- Sebepsiz yere hiç kimsenin timari elinden alinamaz.
2- Timar sahibinin ölümü halinde timari ogluna intikal eder.
3- Ogul sefere gidemeyecek kadar küçükse, harbe gidecek yasa gelinceye kadar onun yerine hizmetkârlari sefere gideceklerdir.
Anadolu'da,
Osman Gazi ile baslayan timar sistemi, ondan sonra gelen torunlari
tarafindan devam ettirildi. Gerçekten de Orhan zamaninda timar
tevcihlerine dair bir çok tarihî kayit bulunmaktadir. Ayrica gazilerin
yani timar erlerinin yeni zaptedilen uslara yerlestirildigi hakkindaki
rivayetler de timarlarin askerî özellik ve mahiyetlerini daha iyi
anlamamiza vesile olmaktadir. Hatta timarlarda bulunan yerli halk da
zaman zaman sipahilerle birlikte kendi din kardeslerine karsi harplere
katiliyorlardi. Rumeli fetihleri baslayinca timar sistemi oralarda da
uygulanmaya basladi. Gelibolu havalisinin Yakub Ece ile Gazi Fazil'a
timar olarak verildigi ilk tarihî kaynaklarda belirtilmektedir. Sultan
I. Murad devrinde Rumeli fütuhati ehemmiyet kazaninca Anadolu'dan
pekçok halk ve bazi Türk asiretleri oradan alinip Rumeli'ye iskan
ettirildiler. Bu yeni gelenlerin geçimlerini saglamak için onlara
toprak tahsis edilmesi gerekiyordu. Bu durum sebebiyle, timar sistemi
daha da yayginlik kazanmaya basladi.

Baslangiçta "Has" ile
"Timar" seklinde ikiye ayrilmis olan birlikler, I. Murad döneminde yeni
bir kategorinin katilmasi ile üç kisma ayrildilar. Rumeli Beylerbeyi
Lala Sahin Pasa ölünce, onun yerine Kara Ali oglu Kara Timurtas Pasa
beylerbeyi olmustu. Dirlikleri yeniden düzenlemek isteyen Kara Timurtas
Pasa, "Has" ile "Timar" arasinda "Zeâmet" adi ile yeni bir derece ihdas
etti. Tedricî bir tekâmül takib ettigi muhakkak olan bu toprak sistemi,
topragin mülkiyet haklari ile ilgili degildir. Böylece rakabesi
(possesio) devlet elinde alikonulmus topraklar rejimi, Osmanli
Devleti'nde en genis ölçüde ve en serbest bir sekilde tatbik
edilebilmistir. Bu rejimde, topragin menfaati kendisine birakilan
sinif, topragi fiilen isleyen reâyâdir.Burada sunu da hemen belirtelim
ki, Osmanli reâyasinin sahip bulundugu haklar, Avrupa'daki "Serf'lerin
sahip oldugu haklar ile kiyas edilemeyecek kadar daha medenî, daha
insanî ve daha mütekâmildir. Konuyu daha netlestirmek ve bir fikir
vermek üzere Osmanli reâyasinin muasiri olan Avrupa'daki serflikten ve
onlarin durumundan kisaca söz etmek gerekir.
Avrupa'da topraga
yerlestirilmis olan köle (serf, çiftçi) bazi isleri hür insanlar gibi
yapamaz. O, birçok haktan mahrumdur. Derebeylik sisteminin getirdigi
feodalizme göre serfler, hukukî bakimdan diger insanlardan tamamen
farkli bir hüviyete sahiptirler. Asagidaki maddeler, onlarin nasil bir
statüye sahip olduklarini ortaya koyacaktir:
a- Istedikleri ile evlenemezler, baska senyörlerin serfleri veya hürlerle evlenemez.
b-
Serflerin mirasi hür olan insanlarinki gibi vârislerine intikal etmez,
sahipleri istedikleri gibi mirasa müdahale edebilirler.
c- Istedikleri meslegi seçme, çalisip çalismamada serbestlikleri yoktur.
d- Efendilerinin angarya islerinde çalismak ve belli zamanlarda onlara hediye takdim mecburiyetleri var.
e- Serfleri cezalandirmak efendilerine aittir.
f- Serfler, ruhban sinifi ve manastirlara giremezler, mahkemelerde hür bir insana karsi sahidlikleri kabul edilmez.
Serflerin
içinde bulundugu bu duruma karsilik Osmanli reâyâsi hür insanlardi.
Onlar ,her türlü hukukî statüye sahiptirler. Serf veya ortakçi kullarla
bir ilgileri yoktur. Bu sebepledir ki, Avrupa feodal toplum yapisinda
görülen köylü isyan ve ihtilallerine, son derece karisik dinî ve sosyal
gruplari bünyesinde toplayan Osmanli Devleti'nde tarihin hiç bir
döneminde rastlanmaz. Sinif tesekkül ve kavgasina zemin hazirlamayan
Osmanli toplum yapisi, baska toplumlarla kiyasi mümkün olmayan sosyal
bir özellik arzeder. Bati insaninin yüzyillar boyu sürdürdügü sinif
mücadelesini ve kölelikten kurtulma savasinin izlerini Türk ictimaî
hayatinda görmek mümkün degildir.
Osmanli Devleti kuruldugu ve daha
sonra feth ettigi memleketlerde, bir çesit toprak köleliginin mevcud
oldugu düzensiz bir derebeylik nizami ile karsilasmistir. Bu nizamin,
toprak münasebetlerinde sebep olacagi düzensizlikleri önlemek için
mevcud toprak düzenine sür'atle müdahale etmis, topraga dayanan asalete
son vermek suretiyle, topragi isleyenleri serf olmaktan çikarmis,
derebeylik yerine timar sistemini, serf yerine timar sahibi olan sipahî
ile aralarinda sadece akdî bir münasebet bulunan, bir çesit aynî hak
sahibi kiraciya benzer toprak mutasarriflarini ikame etmistir. Böyle
bir toprak düzeni ise topragin mülkiyetinin devlette olmasiyla
mümkündür. Iste bunun içindir ki Osmanli hükümdarlari, Islâm
fetihlerinin baslangicinda oldugu gibi, fethedilen topraklarin bir
kisminin mülkiyetini halka birakirken, bir kisminin rakabesini hazine
için alikoymus ve sadece tasarruf hakkini halka tefviz etmistir.
Baslangiçta,
arazinin mülk ve mirî olarak ikiye ayrildigi Osmanli Devleti'nde,
bilahare arazinin tam***** yakin bir kismi mirî rejime tabi
tutulmustur. Üsküp ve Selânik kanununun basina koydugu mukaddimesinde
Ebu Suud Efendi (898-982/1490-1574), arazinin mirî olus sebeplerine
temas ederken ayni zamanda, Islâm hukukuna göre arazinin mahiyetinden
de söz eder. Ona göre:
"Bilâd-i Islâmiyede olan arazi, muktezay-i seriat-i serife üzre üç kisimdir:
Bir
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir
Anonymous



TOPRAK IDARESI Empty
MesajKonu: Geri: TOPRAK IDARESI   TOPRAK IDARESI EmptyPtsi Şub. 23, 2009 11:06 am

kismi arz-i ösriyyedir ki hin-i fetihte (fetih esnasinda) ehl-i Islâm'a
temlik olunmustur. Sahih mülkleridir (gerçek mülkleridir). Sâir mallari
gibi nice dilerlerse tasarruf ederler. Ehl-i Islâm üzerine ibtidâen
harac vaz'i, na mesrû olmagin (mesru olmadigi için) ösür vaz'
olunmustur. Ekerler, biçerler, hâsil olan gallenin ösründen gayri asla
bir habbe alinmaz. Âni dahi kendiler fukara ve mesâkine virürler.
Sipahdan ve gayridan asla bir ferde helâl degüldür. Arz-i Hicaz ve
arz-i Basra böyledir.
Bir kismi dahi arz-i haraciyedir ki, hin-i
fetihte keferenin ellerinde mukarrer kilinup kendilerine temlik olunub
üzerlerine hasillarindan ösür yahut sümün yahud subu', yahud südüs,
nisfa degin (1/10, 1/8, 1/7, 1/6, 1/2) arzin tahammülüne göre harac-i
mukaseme vaz' olunup yilda bir miktar akça dahi harac-i muvazzaf vaz'
olunmustur. Bu kisim dahi sahiplerinin mülk-i sahihleridir. Bey'a ve
siraya (satma, satin alma) vesair enva-i tasarrufata kadirdirler.
Istira edenler dahi vech-i mezbur üzerine ekerler biçerler, harac-i
mukasemin ve harac-i muvazzafin verirler. Ehl-i Islâm istira etseler
dahi kefereden alinagelen haraclari sâkit olmaz (haraçlari düsmez). Bi
kusur edâ ederler. Egerçi ehl-i Islâm'a ibtidâen harac vaz' olunmak
mesru degildir. Amma bekaen alinmak mesrudur. Mutasarrif olanlar eger
ehl-i zimmettir eger ehl-i islâmdir madem ki ellerinde olan yerleri
ziraat ve hiraset edüp ta'dil eylemeyeler asla dahl ve taarruz olunmaz
nice dilerler ise tasarruf ederler. Fevt oldukta sair emvâl ve
emlakleri gibi vereselerine intikal eder. Sevad-i Irak arazisi
böyledir. Kütüb-i ser'iyyede mestûr ve meshur olan arazi bu iki
kisimdir.
Bir kisim dahi vardir ki, ne ösriyyedir ne de vech-i
mezbûr üzerine haraciyyedir. Âna arz-i memleket derler. Asli
haraciyedir. Lakin sahiplerine temlik olundugu takdirde fevt olup
verese-i kesire mabeynlerinde taksim olunup her birine bir cüz'î kit'a
degüp her birinin hissesine mabeynlerinde taksim olunup her birine bir
cüz'î kit'a degiip her birinin hissesine göre haraclari tevzi ve tayin
olunmakta kemal-i suûbet ve iskâl olup belki âdeten muhal olmagin
rakabe-i arazi, beytü'l-mal-i müslimîn içün alikonulup reâyaya ariyet
tarikiyla virülüp ziraat ve hiraset idüp, bag, bahça ve bostan idüp
hâsil olandan harac-i mukasemin ve harac-i muvazzafin vermek emr
olunmustur. Sevad-i Irak'in arazisi eimme-i din mezheblerinde bu
kabildendir.
Bu diyar-i bereket siarin arazisi dahi bu uslûb üzerine
arz-i memlekettir ki, arz-i mîrî demekle mâruftur. Reâyânin mülkleri
degüldür. Ariyet tarikiyla tasarruf idüp ziraat ve hiraset idüp ösür
adina harac-i mukasemesin ve çift akçasi adina harac-i muvazzafin virüp
madem ki, ta'til itmeyüp vücuh-i merkume üzerine tamir idüp hukukun eda
ederler kimesne dahl ve taarruz eylemeyüp fevt oluncaya degin nice
dilerler ise tasarruf ederler. Fevt oldukta ogullari kendilerin
makamlarina kayimlar tafsil-i mezbur üzerine tasarruf ederler. Ogullan
kalmaz ise hariçten tamire kadir kimesnelere ücret-i muaccele alinip
tapuya verilip anlar dahi tafsil-i sâbik üzere tasarruf ederler."
Görüldügü
gibi devlet, reâyânin elindeki topragin miras yolu ile parçalanmasi,
serbest alisveris usûlü ile gelisigüzel sahip degistirmesi ve borç için
hacz edilmesi gibi sebeplerie müstakil küçük köylü isletmelerinin
mevcudiyetini tehlikeye düsüren muameleleri önleyici hükümler koymustu.
Bu yüzden kanunnâmelerde "yer beyliktir", yerde bey'u sira ve hibe ve
miras vesair tasarrufat ser'an ve örfen memnudur denilmektedir.
Müslüman Devletlerde arazinin mîrî olus sekillerini söyle siralayabiliriz:
a)
Fethedilen arazi, gâliplere (fâtihlere) tevzi, veya mahallî halk elinde
birakilmayarak devlete (beytü'l-mal) mal edilmek suretiyle. Islâm
hukukuna göre devlet baskani bu arazi ile ilgili olarak istedigi gibi
tasarrufta bulunabilir.
b) Fetih esnasinda nasil muamele gördügü belli olmayan arazi.
c)
Mülk araziden olan topragin, mâlikinin mirasçi birakmadan ölmesi ve
vasiyette bulunmamasi halinde arazinin hazineye intikal etmesi ile.
d) Topragin, mururu zaman (zaman asimi) ile sahibi bilinememek yüzünden hazineye intikali suretiyle.
e) Rakabesi devlete ait olmak üzere ihya edilen ölü (mevat) toprak.
Osmanli toprak sisteminde "emîriyye" denilen arazi de iki kisma ayrilmaktadir. Bunlar:
1- Arazi-i emirîye-i sirfa (beytü'l-male ait)
2- Arazi-i emirîye-i mevkufa (vakfa ait)
Tafsilatina
girmeden,sadece kaç kisim olduguna isaret ettigimiz arazi-i emirîye,
1274/1858 tarihli arazi kanunnâmesinin 3. maddesinde söyle tarif
edilmektedir:
"Arazi-i emirîyye, beytü'l-male ait olarak ihale ve
tefvizi, taraf-i Devlet-i Aliyye'den icra olunagelen tarla ve çayir ve
yaylak ve kislak ve korular ve emsali yerlerdir ki, mukaddema ferag ve
mahlulat vukuunda sahib-i arz itibar olunan timar ve zeamet ashabinin
ve bir aralik mültezim ve muhassillarin izin ve tefviziyle tasarruf
olunur iken, muahharan bunlarin ilgasi hasebiyle el-haletu hazihi
taraf-i Devlet-i Aliyye'den bu hususa memur olan zatin izin ve
tefviziyle tasarruf olunup mutasarriflari yedlerine bâlâsi tugrali tapu
senetleri verilir."
1858 tarihli arazi kanununa göre Osmanlilarda arazi:
a-
Arazi-i Memlûke, b- Arazi-i Emîrîye, c- Arazi-i Mevkufa, d- Arazi-i
Metrûke, e- Arâzi-i Mevât olmak üzere bes gruba ayrilmaktadir:
a- Arazi-i Memlûke: Mülkiyet yolu ile tasarruf edilen topraklar olup dört kisimdan ibarettir:
1- Kasaba ve köylerdeki arsalar olup yarim dönümlük yerlerdir.
2- Emîrîye topraklardan mülkiyete dönüstürülen yerlerdir.
3- Ösrî topraklardir.
4- Haracî topraklardir.
Arazi-i
Memlûkeye mâlik olanlar, mallarini diledikleri gibi kullanir, isler,
satar, hibe veya vakf edebilir. Bütün bu muamelat için fikhî hükümler
tatbik edilir.
b- Arazi-i Emirîye: Devlete ait olup fertlere, tarla,
otlak, yaylak, kislak vs. olarak tahsis edilen yerlerdir. Eskiden timar
ve zeamet sahipleri tarafindan kullanilan bu topraklar, arazi
kanunnâmesi hükümlerine göre tapu ile tasarruf edilir hale
getirilmistir.
c- Arazi-i Mevkufa: Toplumun menfaati göz önünde
bulundurularak vakf edilmis olan topraklardir. Vakfi yapan (vâkif)
tarafindan tesbit edilen sartlara göre kullanilir.
d- Arazi-i
Metrûke: Toplumun menfaati için yapilan yollar, köprüler ile köy ve
kasaba halkinin birlikte istifade edebilmesi için birakilan mera, koru
vs. gibi yerlerdir.
e- Arazi-i Mevât: Köy, kasaba ve fertlere tahsis edilmemis bulunan ve imar bölgeleri disinda birakilmis olan topraklardir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir
Anonymous



TOPRAK IDARESI Empty
MesajKonu: Geri: TOPRAK IDARESI   TOPRAK IDARESI EmptyPtsi Şub. 23, 2009 11:07 am

TIMAR (DIRLIK)
Bu sistem, devlete ait mîrî arazinin, savaslarda
yararliligi görülen, kale yapim ve tamirinde bulunan, devlete hizmet
eden mücahidlere, askerlere ve diger bazi hizmet erbabina dagitilarak,
bu kimselerin, kendilerine verilen araziye ait örfî ve ser'î vergileri
toplamasi seklinde belirlenebilir. Topragin "rakabe" denilen çiplak
mülkiyeti devlete, kullanma ve yararlanma hakki timar sahibine aittir.
Daha önce de temas edildigi gibi toprak üzerindeki bu hak, babadan
ogula intikal etmekte, ancak timar sahibinin topragi satmasi, hibe
etmesi, bagislamasi, rehine koymasi veya miras olarak intikal ettirmesi
mümkün degildir.
Osmanli Devleti'nde, mirî arazi rejiminin sonucu
olarak timar (dirlik) adi verilen bir sistem ortaya çikti. Bu, daha
önceki Müslüman devletlerdeki "Ikta" sistemi ile ayni olmakla birlikte
ona göre biraz daha gelismisti. Osman Gazi'nin fetihleri ile ortaya
çiktigini daha önce gördügümüz bu uygulama, I. Murad döneminde
teskilâtli ve sistemli bir kurum haline geldi. Önceleri timar ve has
diye ikiye ayrilan dirliklere bu devirde Kara Timurtas Pasa yardimiyla
"zeâmet" diye malî yönde ikinci derecede bulunan bir kisim daha ilave
edildi.
Devlette, büyük bir fonksiyonu bulunan timar sistemi,
Osmanli toprak rejiminin temelini teskil ediyordu. Zira bu toplumda
iktisadî, ictimaî, askerî ve idarî teskilâtlarin tamami büyük ölçüde
toprak ekonomisine dayanmaktaydi. Toplum hayatinda en küçük vazife
sahibinden, devletin en üst kademesinde bulunan hükümdara varincaya
kadar hemen hemen bütün sosyal gruplar, geçimlerini toprak ürünleri ile
sagliyorlardi.
Toprak taksimatinin en küçük bölümü olan timar,
geliri 3 bin ila 20 bin akça arasinda degisen askerî dirliklere verilen
bir isimdir. Devrin imkânlari göz önünde bulundurularak bir kisim asker
ve memurlara geçimlerini temin hususunda böyle bir kaynak saglanmistir.
Nitekim bu mânâda "zeâmet ve timar ki defi a'da için tâyin olunan mal-i
mukateledir ve asker dahi bunlari tasarruf edenlerdir denilmektedir.
Keza, Islâm Ansiklopedisindeki genis makalesinde Barkan da bu mevzuda
sunlari söylemektedir:
"Osmanli Imparatorlugunda geçimlerini veya
hizmetlerine ait masraflari karsilamak üzere bir kisim asker ve
memurlara, muayyen bölgelerden kendi nâm ve hesaplarina tahsil
selâhiyeti ile birlikte tahsis edilmis olan vergi kaynaklarina ve bu
arada bilhassa defter yazilarindaki senelik geliri 20 bin akçaya kadar
olan askerî dirliklere verilen isimdir." Kendisine böyle bir imkân
taninan kisi (timar sahibi, sipahî), buna karsilik bâzi vazifelerle
mükellef tutulmaktadir. O, batidaki toprak sahiplerinin, serflerine
karsi takindiklari tavir gibi bir pozisyonda bulunamaz. Keza, timari
içinde meydana gelen olaylara, toprak sahibi sifatiyle müdahalede
bulunamaz. Zira "Osmanli Imparatorlugunun adlî düzeni icabi, herhangi
bir cezanin tatbiki için bütün suçlarin kadi mahkemeleri önünde usûlü
vechiyle tesbit edilerek hükme baglanmis bulunmasi lâzimdir. Ne kadar
kudretli kisiler olurlarsa olsunlar, timar sahipleri reâyanin hukuk ve
ceza dâvalarina bakmak ve onlara ceza tâyin etmek yetkisine sahip
degildi. Hatta diger askerî sinif mensuplari gibi, timar sahiplerinin
de kendi reâyasi ile beraber ayni mahkemeler önünde, ayni kanunlara
göre muhakeme edilerek hüküm giymeleri icabediyordu. Mahkeme karari
olmaksizin, kimsenin hapsedilmesi, zincire vurulmasi, iskenceye tâbi
tutulmasi veya para cezasi ödemesi câiz degildi." Osmanlilarda topragin
rakabesi devlete aittir. Bununla beraber, çiftçinin vermekle mükellef
tutuldugu vergiyi dogrudan dogruya devlet degil ve fakat onun adina bir
maas karsiligi olarak herhangi bir memur alir ki, böyle bir memuriyeti
bulunana sipahî, bu tatbikata da, "timar sistemi" adi verilmektedir.
Sipahî, timari içinde çalisanlara haksiz bir ceza veremiyecegi gibi,
onlara angarya da yükleyemez. Zira Osmanlilarda, timari içinde,
sipahinin bir kisim topraklari kendi nâm ve hesabina isleten ve bu
maksatla idaresi altinda bulunan reâyânin isgücünü angarya
mükellefiyetleri ile kullanmak mecburiyetinde olan büyük bir çiftlik
sâhibi durumunda olmadigi anlasilmaktadir. Ayni sekilde, mîrî arazi
tasarruf eden bir reâyâ ile sipahî arasinda, büyük ölçüde ekonomik bir
farklilasma görülmez. Birisi, idarîaskerî vazifeler karsiligi toprak
gelirinden istifade ederken, digeri sadece emek karsiligi bu ürünlerden
faydalanmaktadir. Osmanli cemiyetindeki bu iki sinif insanin emeklerini
toprak geliri ile karsilamasi, maddî farklilasmayi ortadan kaldiran
önemli bir âmil olmustur.
Sipahî, reâyâdan miktar ve cinsleri
kanunlarla tesbit ve tâyin edilmis olan bir kisim vergiden fazlasini
tahsile selâhiyetli degildi. Selâhiyetini tecavüz edenden de dirligi,
bir daha geri verilmemek sartiyle alinirdi. Nitekim, 14 Muharrem 973
(12 Agustos 1565) de Sivas Beylerbeyi, Sivas ve Arapkir kadilarina
yazilan bir hükümde, Divrigi Beyi Kasim'in seriat ve kanuna aykiri
olarak reâyâya haksizlik ettiginin mahkeme
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir
Anonymous



TOPRAK IDARESI Empty
MesajKonu: Geri: TOPRAK IDARESI   TOPRAK IDARESI EmptyPtsi Şub. 23, 2009 11:07 am

tarafindan tesbit edilmis
olmasi cihetiyle, sancaginin tebdiline karar verildigi
bildirilmektedir. Ayni seneye 973 (1565) ait baska bir belgeye göre
Avlonya Kadisina yazilan bir hükümde de mezkûr kazaya bagli
Aspurokilise adindaki köyde timar tasarruf eden Burhan oglu Ahmed
Sipahî, ehl-i senaattan olmak, çesitli kötülük ve haksizliklari
bulunmakla hapsedilmesi ve timarinin elinden alinmasina dair tafsilâtli
bilgi verilmektedir. Ekonomik ve sosyal durumlari ile dinî inançlari
tamamen farkli, çesitli kavimlere mensup kimseleri sinirlan içinde
barindirarak onlari tebea edinen Osmanli Devleti, böylece timar
sahibinin yapabilecegi herhangi bir haksizligin önünü almis oluyordu.
Sipahî,
mîrî arazinin halka tefvizinde, devletin bir temsilcisi olarak vazife
görmektedir. O, arazinin gerçek sahibi degildir. Bunun içindir ki
devlet, timarlarin kapali bir sistem halinde çalismasini engellemek,
onlari devamli kontrol etmek ve gerektiginde müdahalede bulunmak için
devamli surette buralara çesitli memurlarini gönderir. "Timar
sahiplerinin kendilerine tahsis edilmis olan arazi ve reâyâya ait ser'î
veya örfî bir takim hak ve resimleri (vergi) kendi nâm ve hesaplarina
toplayip onlarin gelirleri ile birtakim vazifelerin ifâsini temin
ettiklerini biliyoruz. Bununla beraber, sipahî timarlarini, malî
bakimdan hârice karsi tamamiyle kapali ve müstakil bir bütün, bir
müafiyet (imnunite) sahasi olarak kabul etmek de mümkün degildir. Çünkü
vergilerin toplanma sekli ile aidiyyeti hususlari, siki bir sekilde
merkeziyetçi bir devlet teskilâti tarafindan mürakebe edilmekte ve
sipahî timarina, muhtelif hak ve vazifeler dolayisiyle birçok devlet
memuru girip çikmaktadir."
TIMAR SISTEMININ TEKÂMÜLÜ
Osmanlilarda,
Osman Gazi ile baslayan timar sistemi, Yildirim Bâyezid zamaninda
Timur'la yapilan savastan dolayi bir duraklama devresine girmisti. Bu
hâl, Fâtih devrine kadar tesirini göstermistir. Fâtih Sultan Mehmed,
devletin artan ihtiyaçlarina uygun olarak, devlet teskilâtini tanzim
etmek ve bu arada timar sistemini gelistirmek için yeni kanunlar
çikarmistir. Nitekim o, timar sisteminin düzenlenmesi, timar
topraklarinin arttirilmasi ve aksakliklarin giderilmesi konusunda
önemli yeniliklerde bulunmustu. Onun, aslinda devlete ait olup çesitli
yollarla devletin elinden çikarak mülk veya vakif haline gelmis olan
topraklan tekrar mîrî haline getirmesi operasyonu meshurdur. Bu dönemde
bütün vakif ve mülkler gözden geçirilerek 20.000'den fazla köy ve mezra
vakif veya mülk olmaktan çikarilip sipahilere dagitilmistir.
II.
Bâyezid (1481-1512) zamaninda timar teskilâtinda pek büyük bir
degisiklik yapilmadi. Yavuz Sultan Selim (1512-1520) devrinde timar
sistemi mükemmel bir sekilde islenmis, sipahî ve "cebelû"lerin miktari
1514 yilinda 140 bin kisiyi bulmustu.
Timar teskilâti, Kanunî Sultan
Süleyman devrinde tekâmülünün zirvesine ulasmistir. Kanunî'nin
timarlarla ilgili fermanlari bu hususta çok açik birer delil teskil
etmektedirler. Keza bu dönemdeki timar sayisindan ve "cebelû"
miktarindan da haberdar bulunmaktayiz. Nitekim, Kanunî zamaninda irili
ufakli 37521 timar vardi. Bunlardan 6620 Rumeli, 2614 Anadolu, 419
Haleb ve Sam vilâyetlerinde bulunuyordu. Bunlardan 9653'ü kale muhafiz
timari, geriye kalan 27868'i ise tamamiyle eskinci timari idi. Bahis
mevzu 27868 eskinci timari sahiplerinin, harbe beraber götürmek
mecburiyetinde olduklari "cebelû" (veya cebelî) denilen silâhli ve
zirhli askerlerle 70-80 bin kisilik atli bir timarli sipahî ordusu
teskil ettikleri tahmin edilmektedir. Padisahin hassa ordusu demek olan
Istanbul'daki KapiKulu Ocaklarinin bu devirdeki mevcudu ise henüz 27
bin civarinda idi. Kanunî zamaninda bütün müesseseler gibi dirlik
(timar) sistemi de tekâmülünün zirvesine ulasmistir. Bu dönemdeki
timarli asker sayisinin yukanda verilenden daha fazla oldugu ve bunun
200 bin civarinda bulundugu da söylenmektedir.
Osmanli toprak düzeninde dirlikler, üç kisma ayriliyordu. Bunlar:
a)
Has: Padisah, vezir ve ileri gelen devlet adamlarina tahsis edilip,
senelik hâsilati 100 bin akçadan fazla olan yerlere (dirliklere)
denirdi. Her has sahibi, gelirinin her bes bin akçasi için bütün
masraflari kendisine ait olmak üzere bir "cebelû" yetistirmek ve
beraberinde harbe götürmek mecburiyetindeydi. Haslar irsî degildir.
b)
Zeâmet: Senelik hâsilati 20-100 bin akça arasinda degisen dirliklerdir.
Bu gelirin 20 bin akçasi kiliç hakki oldugundan, zeâmet sahibi bunun
disinda kalan her bes bin akça için bir "cebelî"yi yetistirmek ve harbe
götürmek zorundaydi. Zeâmetler, devlet merkezinde bulunan hazine ve
timar defterdarlarina, zeâmet kethüdalarina, sancaklardaki alay-beyine
kale dizdarlarina, kapicibasilara, hâcegan-i divan-i hümâyuna ve
müteferrikalara tevcih olunurdu. Bunlarin büyük bir suçu görülmedikçe
zeâmetleri ellerinden alinmazdi.
c) Timar: En küçük kategoriyi
teskil eden ve senelik geliri 3.000-20.000 akça arasinda olan
dirliklerdir. Bu dirlikte, cinslerine göre kiliç hakki degismektedir.
Nitekim, Rumeli'de bulunan Budin, Bosna, Timasvar beylerbeyliklerindeki
6000'lik tezkireli timarlarin kiliçlari 3'er bindir. Anadolu, Karaman,
Maras, Rum, Diyarbekir, Erzurum, Haleb, Sam, Bagdad ve Kibris
eyâletlerindeki tezkireli timarlarin kiliçlan ise 2 bindir. Kiliç
hakkinin disinda kalan her üç bin akça için timar sâhibi bir "cebelî"
yetistirmek zorundadir.
Osmanli toprak rejiminde her dirligin
çekirdegini teskil eden ve "kiliç" adi verilen bir kisim vardir.
Timarlar, kiliç tâbir edilen ve hiç degismeyen bir çekirdek kismi ile
bu kisma zamanla ilâve edilmis olan hisselerden tesekkül eder.
Timarlarin bulundugu yer ve durumuna göre farklilik arz eden her
"kiliç"a bir timar sahibinin tayin edilmis olmasi lâzimdir. Bir kiliç
yerine iki kisi tayin edilemez. Bu, her sancaktaki zeâmet ve timarlarin
büyüklü-küçüklü dagilis seklinin ve kadro mevcutlarinin ayni kalmasini
temin için bas vurulmus bir çaredir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir
Anonymous



TOPRAK IDARESI Empty
MesajKonu: Geri: TOPRAK IDARESI   TOPRAK IDARESI EmptyPtsi Şub. 23, 2009 11:07 am

TIMAR ÇESITLERI
Osmanli toprak düzeninde, timarlari siniflandirmak
güç ve ince bir is olmakla birlikte onlari tiplerine göre birkaç kisma
ayirabiliriz. Bunlar:
1. Timar arazisinin mülk olarak verilip verilmemesine göre:
aa)
Mülk timarlar: Anadolu'nun bazi vilâyetlerinde mevcud olan bu tip timar
sâhipleri, sefer aninda yerlerine "cebelû"lerini gönderebiliyor,
kendileri ise sefere istirak etmeyebiliyorlardi. Bu mükellefiyetini
yerine getirmeyen timar sahibinin bir yillik geliri hazine tarafindan
alinirdi. Fakat timar baskasina verilmezdi. Ölümü halinde ogluna, yoksa
diger mirasçilarina kalirdi.
bb) Mülk olmayan timarlar: Bunlar,
hizmet mukabili vâridatinin bir kisminin tahsisi suretiyle verilen
timarlardir ki, Osmanli timarlarinin çogu bu nevi'dendir.
2. Timar sahiplerinin gördügü islere göre:
aa)
Eskinci timarlari: Bunlarin sahipleri alay beyinin sancagi altinda
sefere eserler (giderler). "Cebelî"leri ile birlikte sefere gitmek
zorunda olan bu tip timarlarin mutasarriflari, sefere esmedikleri zaman
timarlan ellerinden alinirdi. Osmanli toprak sisteminde bu nevi'den
olan timarlar çogunlukta idi.
bb) Mustahfiz timarlari: Bu timarlarin sahipleri, mensubu bulunduklari kale muhafazasinda bulunurlardi.
cc)
Hizmet timarlari: Bâzi serhadlerde bulunan câmilerin imâmet ve
hitâbetinde bulunanlar ile saraya hizmet edenlere verilen timarlardir.
3. Verilis sekillerine göre:
Timarlarin,
beylerbeyi tarafindan veya Istanbul'dan verilmesine göre
siniflandirilmasi ile ilgilidir. Buna göre timarlar ikiye ayrilmaktadir:
aa) Tezkireli: Beylerbeyilerin, bir tezkire ile devlet merkezine teklif ettikleri timarlara bu isim verilirdi.
bb) Tezkiresiz: Beylerbeyilerin, kendi beratlari ile verdikleri timarlara da tezkiresiz adi verilir.
Küçük
timarlarin dagitilmasinda beylerbeyilerin selâhiyetleri büyüktü.
Muhtelif eyâletlerde degisik baremlerde olmak üzere defter yazilari
belirli bir rakamin altinda olan timarlarin sahiplerini beylerbeyiler
kendi tugralarini tasiyan beratlarla dogrudan dogruya tâyin
edebiliyorlardi. Daha büyük bir gelir saglayan timarlarda ise
beylerbeyi, o timara hak kazanmis olan sipahinin eline bir "tezkire"
vererek tâyinini devlet merkezine teklif eder. Bu sipahinin berati,
devlet merkezinden verilirdi. Beylerbeyinden böyle bir tezkire alan
sipahî, Istanbul'a giderek 6 ay içinde beratini almak zorunda idi. Aksi
takdirde timarinin gelirinden faydalanamazdi.
Dogrudan dogruya
beylerbeyi tarafindan verilen tezkiresiz timarlarin defter geliri
düsüktür. Bunlarin en büyügü Rumeli'deki eyâletlerle (Budin, Bosna,
Timasvar vs.) Sam, Haleb, Diyarbekir, Erzurum ve Bagdad bölgelerinde
6000, Anadolu ve Kibris eyâletlerinde 5000, Karaman, Zülkadiriye ve Rum
eyâletlerinde de 3000 akçalik geliri olan timarlardir.
Osmanli timar sisteminde dikkat edilen hususlardan biri de tezkireli timarlarin bozulup tezkiresiz hâle getirilemeyisidir.
4. Malî durumlarina göre:
aa)
Serbest timarlar: Timar sahibinin "resm-i arûs", "resm-i tapu",
"kislak", "yaylak", "cürüm, cinayet" vs. gibi vergileri, alma hakkina
sahip bulundugu timarlardir, (dirliklerdir). Bunlar, vezir, beylerbeyi,
sancakbeyi, nisanci, defterdar, divan kâtipleri, çavuslar çeribasilari,
sübasilar ve dizdarlar gibi yüksek rütbeli idare âmirleri ile memur ve
askerlerin has ve zeâmetleridir. Bunlar, bazi imtiyazlara sahiptirler.
bb)
Serbest olmayan timarlar: Böyle bir timari tasarruf eden sipahînin,
serbest timar tasarruf eden gibi bir yetkisi yoktur. Onun için yukarida
adi geçen vergileri kendi nâm ve hesabina alamaz.
Çesitli yönleri
ile tedkik ettigimiz timar sisteminin geçirmis oldugu merhaleler ile
farkli sebeblere bagli olarak aldiklari degisik isimleri gördük.
Beldiceanu, kendine göre ve özellikle timar tasarruf eden kimselere
göre ayri bir siniflandirma yapmaktadir.
TIMAR SISTEMININ BOZULMASI VE ORTADAN KALKMASI
Kanunî
Sultan Süleyman devrinde, tekâmülünün zirvesine erisen timar sistemi,
bu pâdisahin ölümünden sonra bozulma temâyülü göstermeye baslamis
olacaktir. Koçi Bey (? 1640), 992 (1584) tarihine kadar timarlarin
kiliç ehli elinde ve ocakzâdelerde bulundugunu, bu sinifa yabanci ve
kötü kisilerin girmedigini keza timarlarin büyükler ile âyânin sepetine
de girmedigini belirterek o ana kadar bir bozulma belirtisi
görülmedigine isaret eder. Fakat XVI. asrin sonlarina dogru timarlarin
iltizam usûlü ile verilmesi, bunun neticesinde mültezimlerin fazla kâr
saglayabilmeleri için reâyâya haksizliklarda bulunmalari, bozulmanin
baslangici sayilmaktadir. III. Murad (1574-1595) devrinde bozulma
emâreleri, daha belirgin bir sekil almisti. Zira bu devrede eski
kanunlara riayet edilmeyerek çesitli yollardan timar sahibi olan
kimseler türedi. Bununla ilgili olarak Koçi Bey, "bosalan timar ve
zeâmetler de eski kanunlara aykiri olarak Istanbul tarafindan verilmeye
baslandi. Ileri gelenler ve vükelâ, bosalan yerleri adamlarina ve
akrabalarina verip, Islâm memleketinde olan timar ve zeâmetin
seçmelerini ser'-i serife ve yüksek kanuna aykiri olarak kimini mülk
olarak, kimini vakif olarak, kimini vücudu sihhatta olan kimselere
emeklilik olarak verip bütün zeâmet ve timar, ileri gelenlerin yemligi
oldu. Bu bozukluklar, devletin en secaatli, güçlü, san ve sevkete sebep
olan askerinin harap olmasina sebep oldu. Halbuki parali asker, asagi
tabaka halkindan devsirilirse hiç bir yararligi olmaz. Aksine bunlar,
baris günlerinde azginlik ve isyana sebep olup ser aleti olduklarindan
epeyce zamandan beri taskinligin ardi arkasi kesilmemektedir. Bu
beylerbeyliklerinde ve sancakbeyliklerinde, vezirlerin agalarin,
müteferrika, çavus ve kâtipler zümresinde, dilsiz, cüce taifesinde,
padisah nedimlerinde bölük halkinin ileri gelenlerinde bir çok timar ve
zeametler olup, kimi hizmetkârlari üzerine, kimi azadsiz kullan üzerine
berat çikarmislardir. Nâm adamlarinin olup, mahsûlü kendileri yerler.
Içlerinde öyleleri vardir ki, yirmiotuz belki, kirkelli kadar zeâmet ve
timari bu yoldan alip, ürününü kendileri yeyip, sefer-i hümâyun olunca,
cebe ve cevsen yerine aba ve kebe giydirip birer semerli beygir ile
sefere gönderirler. Kendileri evlerinde zevk ve safâ, seyir ve sohbette
olurlar" diyerek bozulmanin sebep ve sekillerini göstermeye çalismistir.
Iltizam
usûlünün dogmasi, timarlarin akraba ile yakinlara dagitilmasi ve
rüsvetin ortaya çikmasi sonucu, timar sahiplerinin askere gitmemesi
üzerine bas gösteren bozulmanin sebeplerini söyle siralayabiliriz:
a)
Merkezî devlet bürolarinda timar kayitlarinin son derece karisik bir
hâle düsmesi. Timar sahiplerinin seferlerde yapilmasi gerekli
yoklamalarinin türlü tesirler altinda iyi bir sekilde yapilamamasi ve
bu yoklamalarin daha sonraki timar dagitimi için iyice muhafaza
edilmemesi.
b) Bos kalan timarlarin, istihkak sahiplerine verilmesi
yerine bir kenara ayrilarak (sepete konarak) çesitli hileli yollarla
bazi nüfûzlu kisilerin adamlarina verilmesi.
c) Is adami vasfindaki
yeni timar sahipleri, sefer zahmetinden, baç ve can korkusundan halas
olup safâ ve huzur içinde kâr ve kazançlari ile mesgul olabilmek için,
harp zamanlarinda timarlarini bir takim aracilara, seferden dönüste bu
timarlardan eski sahipleri lehine feragat etmek sartiyle, devir ve
tahvil ettirmenin yolunu bulmakta idiler.
Görüldügü gibi timar
sisteminde, reâyâ, sipahi ve devlet olmak üzere üç temel taraf
bulunmaktadir. Bunlarin, birbirlerine karsi nasil davranmalari
gerektigi, kanunnâme, adaletnâme ve zaman zaman isdar edilen
fermanlarla tesbit edilmisti. Bununla beraber bu üçlünün bazan
birbirlerine karsi olan yanlis davranislari, Osmanli sosyoekonomik
tarihinin en önemli konusu olmustur. Bilindigi gibi dirlik sisteminde
devlet, arazinin rakabesine yani çiplak mülkiyetine sahiptir. Sâhib-i
arz veya timar sahibi adiyla da anilan sipahi ise devlete ait araziyi
isleten, devletin reâyâdan alacagi vergileri toplayan kimsedir. Sipahi,
topladigi bu paralarin bir kismini kendine ayirmakta, kalan kismi ile
asker besleyip bu askerlerle birlikte seferlere istirak etmektedir. Bu
durumu ile sipahi, mîrî topragi isleyen bir devlet memurudur. Bu
bakimdan, reâyâ üzerinde herhangi bir tasarruf yetkisi bulunmamaktadir.
O, sorumlulugu altinda bulunan topraklarda devletin otoritesini temsil
etmektedir.
Reâyâ ise üzerinde yasadigi topraklan isleyip bunlarin
vergisini devlet adina sipahiye vermek zorundadir. O asirlarda halkin
elinde nakit para pek fazla bulunmadigindan vergileri aynî (mahsûl)
olarak öderlerdi. Reâyâ bu mahsulü teslim etmek üzere kendisine en
yakin pazara götürmek zorunda idi. Sipahi, reâyânin bunu daha uzaktaki
pazara götürmesini isteyemezdi. Bundan baska reâyâya eziyet edilmesine,
maddî ve manevî külfet yüklenmesine (angarya) izin verilmezdi. Devlet,
sipahi, reâyâ üçlüsünün statüleri ve karsilikli mükellefiyetleri
"Tahrir Defterleri"nin basinda yer alan sancak kanunnâmelerinde genis
ve etrafli bir sekilde belirlenmistir. Ayrica siyasetnâme nevinden olan
eserlerde devletin bekasinin reâyâ ile mümkün oldugu ifade
edilmektedir. Nitekim Kâtib Çelebi (Düsturu'l-Amel li Islahi'l-Halel,
Istanbul 1280, s. 124) söyle demektedir: "Evvela reâyâ ve berâyâ
selâtin ve ümerâya vediat-i ilâhiye oldugundan gayri La mülke illâ
bi'rricâl, velâ ricâle illâ bi's-seyf velâ seyfe illâ bi'l-mal, velâ
mâle illâ bi'rraiyye, velâ raiyye illâ bi'l-adl."
Farkli sebeplere
bagli olarak bozulmaya yüz tutan timar sisteminin islahi için, çesitli
tedbirlere bas vurulmus olmakla beraber, bu gidisin önü bir türlü
alinamamistir.
Kurulusundan beri, Osmanli Devleti'nin ekonomik,
sosyal ve askerî tarihinde büyük bir rol oynayarak önemli bir hizmet
ifa etmis olan timar rejimi, birkaç asirdan beri buhranlar içinde geçen
hayatinin son safhasinda sessiz sedasiz bir sekilde ve herhangi bir
sarsintiya sebep olmadan ortadan kalkti. Tarihe mal olmasi çesitli
safhalar geçiren bu sistemin ilk tatbikati,
1703 senesinde Girit
adasinda basladi. Ülkenin diger mintikalarindaki timarlar ise 1812
yilindan itibaren mahlul oldukça (bosaldikça) baskasina verilmemeye
baslandi. Bu uygulama ile timar sahiplerinin sayisi gittikçe azalmaya
yüz tuttu. Nihayet, Yeniçeri Ocagi'nin lagv edilmesi ile muntazam ve
disiplinli bir askerî sinif vücuda getirildikten sonra, intizamlarini
büsbütün kaybetmis olan timar sahiplerinin de eskiden oldugu gibi kendi
hallerine birakilmasi uygun görülmedi. Bu sebeple H. 1263 (M. 1848)
senesinde bütün timar sahipleri kaydi hayat sartiyla ve yarim timar
bedeli ile emekliye sevk edilerek timar sistemine son verildi.
Kaynak: Osmanli tarihi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
TOPRAK IDARESI
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
ÜRKüTLÜ KÖYÜ sarikaya yozgat :: Bilim ve Sanat :: Tarih-
Buraya geçin: